7. Bölüm - Avcı ve Prenses

108 40 14
                                    

AVCI VE PRENSES

''Siyah Cennet ormanı mı?''

Anlamlandıramamış gibi görünüyordu. Bunu sorarken suratı memnuniyetsiz bir hal almıştı. Avcı Ejder gerçekten de buralardan değildi. Ona yabancı dediğim kadar vardı. Ama ne kadar yabancı olabilirdi ki? Bunu gerçekten de çok merak ediyordum. ''Evet de...sen, sen buralara nereden geldin?'' diye sordum yürümeye başlarken. ''Uzun hikaye.'' diyerek kestirip attı. Sanırım konuşmak istemiyordu, ama yine de iyiden iyiye merak etmeye başlamıştım.'' Bu hikaye mevzunu bırakalım da, sen Siyah Cennet ormanı da neyin nesi oluyor? Onu anlat.'' dedi keskin bir tavırla. Bana keskin emirler veriyorsun diyen bu genç adamın da benden aşağı kalır yanı yok gibi görünüyordu. Benimle nasıl bu şekilde konuşabiliyordu? Elbette ki konuşurdu, çünkü kim olduğumdan haberi dahi yoktu. Bozuntuya vermedim;

''Siyah Cennet ormanı, başkent Anka Kalbi'nin kuzeydeki sınır kapısıdır. Kapılar buradan Vanta'ya açılır. Vanta ile giriş çıkışlar yasaktır. Her ne kadar cennet olarak isimlendirilse de, orası farklı, burası farklı bir cehennemdir. Ülkemiz ve Vanta arasında her an savaş beklendiğini söyleniyor. Bilirsin belki? Kral Oker'in Vanta hakkında çok da iyi düşünceleri olduğu söylenemez. Buranın sınır olduğunu anlayınca dehşete düşme sebebim, bu orman çok tehlikeli. Burada sınır kapısında bekleyen Vanta askerleri ve vahşi hayvanlar dışında hiçbir nefes alan canlı bulunmaz. Toprağın bu kadar kuru olmasının sebebi de bence bu. Askerler kimseye geçit vermiyor. Eğer sınıra bir şekilde yaklaşır da kendi yolumuzu bulamazsak, bizi gözlerini bile kırpmadan öldürürler. Sorgu sual yok, Vanta askerleri acımasız. Ayrıca savaş söylentileri de kapıda...''

''Epey tehlikeli bir orman hımm? Vahşi hayvanlar var... Eğer vahşi hayvanlar varsa avları da var demektir. Bu, bizim için de yiyecek var demektir. Demektir de... Sen sıradan bir hizmetkar olarak Vanta hakkında nasıl bu kadar çok şey biliyorsun? Halktan kişiler, sıradan insanlar bırak Vanta'yı, Anka hakkında bile pek bir bilgi sahibi değildirler. Özellikle benim gibi taşralılar.''

'' Sana söyledim ya. Ben sıradan bir hizmetkar değilim. Prenses Alçin'in gizli korumasıyım aynı zamanda.''

'' Alçin... Prenses'in adı bu demek... Alçin. Ne kadar da farklı bir isim.''

''Annesi Kraliçe Peyker ve hayatını kaybeden Büyük annesi Kraliçe Akasya tarafından verilmiş bu isim. Özel bir şey olsun istemişler. Alçin; Kırmızı renkli, küçük kuş anlamına gelir.''

Ejder bir anda ilerlemeyi bırakarak bana yan bir bakış attı. Ne var dercesine başımı aşağıya eğip gözlerimi yukarı diktim. Neden bu kadar çok şüphe ediyordu? Belki de yalan söylemeyi beceremiyordum, ama bir ismi kimlerin koyduğu da bilinmeyecek türden bir bilgi değildi ki. Laf arasında taşralı olduğunu da öğrendiğim iyi olmuştu. Yola devam ederken ''Demek taşralısın. Söylesene hangi taşradansın?'' diye sordum. Konuyu şimdilik değiştirmem gerekiyordu. Çok fazla kurcalıyordu. Hakikatten de garip biri gibiydi. Ya da belki de insanları çözebilecek kadar iyi bir okuyucuydu. Kim bilir? ''Kızıldere Taşrası.'' dedi. ''Orası buradan epey bir uzak, hatta neredeyse deniz sınırında.'' diye cevapladım. Şaşkınlığımın ses tonuma vurmasına engel olamamıştım. Neden başkent ve Ankalar hakkında bir şey bilmediği şimdi anlaşılıyordu. Burada ne işi vardı? O kadar yolu, asla ilgi duymadığı bir şatoya girmek için mi gelmişti? O da muhafızların gözünde benim gibi bir kaçaktı. Şatonun içinde bir yabancı... Bunu anlamak zor değildi. ''Şatoda ne işin vardı peki?'' diye sordum kendimi tutamayarak. Seni neden takip ettiler?''

''Şu ilerideki büyük çam ağacını görüyor musun? Etrafında çalılıklar olanı. Orada kamp kurabiliriz.'' dedi cevaben. Resmen sorumu duymazdan gelmişti. Neydi bu gizemli haller? Anlam veremiyordum. Şimdilik daha fazla kurcalamayacaktım. Söylediklerine cevap vermeden önden ilerleyerek, bahsettiği ağacın yanına gittim ve pelerinimi çıkararak yere serip üzerine oturdum. Farkında değildim ama yorgunluktan ve açlıktan ölüyordum. Ejder, biraz arkamda kalmıştı. Ağacın yanına varır varmaz kılıcını kınından çıkartarak ağaca yasladı ve ''Ben gidip biraz yiyecek bulacağım. O sırada sen de biraz çalı çırpı bulsan iyi olur.'' dedi direkt. ''Bulur musun? Demek istedin herhalde.'' dedim gözlerimi devirerek. Cevap vermeden sırtındaki ok takımını eline alarak gözden kaybolmaya başladı. Sinirlerimi zıplatıyordu. Zaten haddinden fazla sorunum vardı. Arkadaşlarıma ve Tijen'in kız kardeşine ne olduğu hala bir merak konusuydu. Gizemini de uzun bir zaman koruyacağa benziyordu. Oturduğum yerden kalkarak dediğini yapmak için etrafımda bulunan çalıları toplamaya başladım. Ateş yakmamız ne kadar doğru olurdu ve yakmayı nasıl başaracaktık bilmiyordum. 

KIZIL ANKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin