AVCI
Arkama bile bakamadan atlamak zorunda kalmıştım. Hızla kaymaya devam ettikçe bacaklarımın daha da fazla yanmaya başladığının hissiyatı kaçınılmaz oluyordu. Canım çok acıyordu. Kurtulmama yardımcı olan genç adam çoktan gözden kaybolmuştu. Belki de bu karanlıktan kurtulmuştu bile. Nasıl her şey bu kadar hızlı ilerliyordu? Hiçbir fikrim yoktu. Öyle ki tünelin sonunun bizi nereye çıkaracağını bile bilmiyordum. Bildiğim tek şey bu tünelin de tehlike anında şatoyu terk edebilmemiz için tasarlanan kaçış yollarından biri olduğuydu. Bir gün bu kaçış yöntemlerinden birine başvurabileceğim aklıma bile gelmezdi. Çocukken bana öğretilen her şeyi daha dikkatli dinlemiş olmayı diledim, ama iş işten fazlasıyla geçmişti. Sonunda karanlığı dağıtan bir ışık hüzmesi tünelin içine doğru süzülmeye başlamıştı.
Tam çıkmak üzere olduğum için biraz da olsa sevinmeye başlayacağım sırada, yankılanan sesler duymaya başladım. Bir an önce bu tünel bitmeliydi, çünkü peşimizden gelenler vardı. '' Daha hızlı, daha hızlı'' diye dua ederek gözlerimi yumdum ve çok geçmeden kendimi kurumuş toprak çatlaklarının içinde buldum. Feci şekilde yuvarlanmıştım. Göz kapaklarımı aralayarak hemen etrafıma bakınmaya başladım. Kuzguni renk saçlara sahip olan genç adam neredeydi? Galiba çoktan kaçmaya devam etmişti? Dizlerimin acısına aldırmamaya çalışarak hemen doğruldum.Üstümü silkelemek için bile vaktim yoktu. Sanırım artık tamamen yalnız başımaydım. Beni bırakmış olması olağan sayılırdı ve bu üzerinde düşüneceğim son şeydi. Çantamı kurcalayarak, içinde dövüşebilmem için bir silah olup olmadığına baktım.
Hemen kaçmam gerekiyordu. Öfke ve panik duygusu içimde vals yapıyordu. Dayanamayarak çantayı kuru otların ve toprağın üzerine boşalttım. Diğer eşyalarla beraber eldivenler ve bir bıçak ortaya çıktı. Hançer neredeydi? İnanamıyordum ipi kesmek için bıçağı muhafızın üzerinden almıştım ama hançeri gözcü kulesinde unutmuştum. Kılıcım ise mecburen köşkte kalmıştı. Başıma bunların gelebileceğini asla tahmin etmemiştim. Yeterince hazırlıklı davrandığıma inanmıştım... Eldivenin birini takarak, diğer elime bıçağı aldığım sırada, tünel çıkışının yanına yuvarlak, kalın ve ağır bir taşın yaslanmış olduğunu fark ettim bir anda. Kapak görevini üstlenebileceğini düşündüğüm taş şatonun kaçış yönteminin tamamlanması için yapılmış olmalıydı. En azından ben görür görmez böyle anlamıştım. Aniden kaçmaktan vazgeçtim. Zor da olsa gelen adamlardan kurtulabilirsem, o taşı yuvasına sürükleyebilirdim, böylece peşimden daha fazlası gelemezdi.
Tam taşın yanına ilerlemeye başladığım sırada, tünelin içinden gelen iki muhafız yuvarlanarak yere düştü. Toparlanmalarına fırsat vermemem gerekiyordu, yoksa tek başıma başarabilmem mümkün değildi. İlk düşeni kısa saçlarından kavradım ve üzeri kan tutmuş bıçakla hiç tereddüt etmeden boğazını kestim. Diğer muhafıza da aynı kaderi çizecektim ki, tünelden iki muhafızın daha geldiğini gördüm. Dikkatim dağılmadan başladığım işi bitirdim ve çelik pençelerle onu boynundan kavradım. Kuru çimenler kana bulanmıştı. Korkuya yer vermemeye çalışarak birkaç adım geri attım. Direnebildiğim kadar dövüşecektim, ama o taşı tünele çekemediğim sürece gelmeye devam edeceklerini biliyordum. Üzerime gelen muhafızları geniş alana çekebilmek için, olabildiğince geriye gitmem gerekiyordu. Pelerini de çantaya yaptığım gibi bir çırpıda yere savurdum. Ani bir hareketle hedef alarak bıçağı uzun boylu olan muhafıza doğru fırlattım. Iskalamıştım! İşte şimdi gerçekten yanmıştım. Eldivenin diğer bir tekine de ihtiyacım olacaktı. Hareketimin üzerine saldırıya geçmişlerdi. Çelikten pençeleri hazırda tutarak beklemeye başladığım sırada bir ses işittim;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZIL ANKA
FantasyBu roman, gerçek kişilerin karakterlerinden ve onların yaşamlarından ilham alınarak kurgulandı. Sonsuz teşekkürlerim ile yalnızca, kalbinin üst rafına kaldırmaya cesaret edebilenlere. ANKA'NIN VARİSİ TANITIM Kızıl Anka, aşk üçgeni ve baba - kız çatı...