11. Bölüm - Yeşeren İntikam

84 17 10
                                    

Tüm Kızıl Anka - Anka'nın Varisi okuyucularına yeniden merhaba! Söz verdiğim gibi yeni bölüm ile karşınızdayım. Hatam varsa üzgün olduğumu belirtmek isterim.

 Keyifli okumalar ve iyi geceler dilerim.

Kucak dolusu sevgilerimle...

Pınar GÜVEN

YEŞEREN İNTİKAM

Bitkin ve ne yaptığımı bilmez bir halde yürüyordum. Yürüdükçe ayaklarımın altında kristalleşen karların sesleri yükseliyordu. Umay ve Armağan önden yürüyorlardı. Bense Ejder'in hemen önündeydim. Yol boyunca ondan destek alarak ilerlemiştim, ancak biraz tek başıma ilerlemeye ihtiyacım vardı. Bu yükün altında tek başına ezilmeye... ihtiyacım vardı. Dadım artık yoktu. Bu düşünce beynimi yağmaladıkça aklımı kaçırmanın eşiğine geliyordum, ancak soğuk kar taneleri yüzüme çarptıkça o eşikten geri dönüyordum. Taç, benden bir kurban daha vermemi istemişti ve ben yine elim kolum bağlı bir şekilde kalbimin bir parçasını daha taca kurban etmiştim. Annemden bana kalan son hatırayı da kaybetmiştim. Birden Armağan'ın sesi ile irkildim: '' Alçin? Nereye gidiyorsun? Geldik...'' Kafamı karla kaplı otlardan kaldırdığımda, İzem'in sığınağı olan kulübeye geldiğimizi ancak fark edebildim. Armağan'a baktım. Epeyce şaşkın görünüyordu. Beni belki de ilk kez bu kadar dalgın görüyordu.

Demek onca yolu bu kulübeye sığınabilmek için gelmiştik. Doğru ya, nereye gittiğimizi söylemiş olmalılardı ama sanırım duymamıştım. Kulaklarımda sağır edici türden bir çınlama vardı. Armağan, kulübenin kapısını çaprazlama saran demir kilidi açtıktan sonra tahta kapı gıcırdayarak sonuna dek açıldı. En son buraya, Tijen'in kardeşi ile onu kaçıran muhafızlar hapsedilmişti. Şimdi birer ölüden ibaretlerdi. Damarlarımdan kan çekiliyormuş gibi hissettim ve birkaç adım atarak kulübenin içine girdim. Ejder, şimdi arkamda kalmış olmalıydı. Gözlerimi tahta zeminden bir türlü kaldıramıyordum. Soğuk hava, kulübenin derme çatma tahtadan olma duvarlarına da işlemişti,ancak çatıdan girişe doğru yayılan bir sıcaklık var gibiydi. Hepimiz içeri girip kapıyı kapattığımız esnada çatıdan giriş katına açılan merdivenlerden ayak sesleri gelmeye başladı. Kaşlarımı çatarak kim var dercesine Armağan'a baktım. ''Alçin? Sonunda! Hoş geldin. Seni öyle çok merak ettik ki.'' İzem şaşkın bir yüzle merdivenleri uçarcasına inerek boynuma atladı ve bana sıkı sıkı sarılmaya başladı. 

''Sen malikanede tutulmuyor muydun?'' diye sordum buruk bir sesle. Sözlerim üzerine bir an geri çekildi ve bana şöyle bir bakarak ''Neyin var senin? Yorgun musun?'' diye sordu endişe ile. Gözlerimi kaçırdım. O esnada Armağan yanımıza geldi ve İzem'i kendine doğru çekerek bir şeyler fısıldadı.Bakışlarımı yeniden İzem'e çevirerek yüzünün bembeyaz oluşunu izledim. Bir an dahi vakit kaybetmeden koşup bana tekrar sarıldı ve ''Dadın Meyra için çok üzgünüm Alçin...'' diye mırıldandı. Kulübeye derin bir sessizlik hakim olmuştu. Yukarı katta yanan sobanın çıtırtılarından başka ses yoktu. Bu şekilde, ne kadar vakit geçmişti? Bilmiyordum. Sessizlik varlığını korurken, aniden Ejder'in sesi duyuldu:

''Prenses çok üşümüş olmalı. Yukarıda soba mı yanıyor? Eğer öyleyse onu hemen yukarıya çıkaralım. Ellerinin rengi değişmiş. Damarları belli oluyor.''

İzem'i bırakarak arkama döndüm ve Ejder'in bitkinlikle karışan sert simasına baktım. Prenses? Prenses derken laf mı çarpıtıyordu? En siyah günümde beni örseleyecek bir harekette bulunmayacağını umuyordum. O sırada İzem ''Bu kim Alçin?'' diye sordu. Tek kaşı havaya kalkmış, yüzüne memnuniyetsiz bir ifade oturmuştu. Görünen oydu ki, Ejder'den hiç de hoşlanmışa benzemiyordu. Nedenini henüz kestiremiyordum, ama arkadaşımı tanıyordum. Eğer bir şeylerden ya da birinden hoşlanmaz ise hemen mimikleri dile gelmeye başlardı. Ejder, ağzımı açmama müsaade etmeden ''Ben Ejder, bir avcıyım.'' diye yanıtladı İzem'i. İzem'in takındığı tavrı o da sezmiş olmalıydı ki, bunu söylerken pek bir öz güvenli durmuştu. Sanki burnundan kıl aldırmayan bir Lord gibi konuşmuştu. 

KIZIL ANKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin