5. Bölüm

427 32 10
                                    

Söylediklerinden tek kelime anlamasam da bana yönelttiği acımasız nefreti canımı yakmıştı. Herkes bir gün yaptığı hatanın bedelini öder, derken ne demek istiyor olabilirdi ki? Belli etmek istemese de herkesin içinde ona attığım tokat egosunu zedelemiş olmalıydı. Alçak herif egosundan başka neyini düşünebiliyordu ki sanki?

Evin bahçesine girdiğim anda Whiskey yanıma koşup bacaklarıma dolanmaya başlamıştı. Usulca başını okşadım ama gitmedi. Ne zaman canım sıkkın olsa yanımda daha fazla oyalanır, bir nevi benimle ilgilenip kafamı dağıtmaya çabalardı. Çoğunlukla başarılıydı da zaten.

Hayvanlar, insanlardan çok daha anlayışlı olabiliyorlardı.

Bahçede biraz daha oyalanırken çimlerin üzerine oturup Whiskey'in yumuşak tüyleriyle ilgilenmeye bıraktım kendimi. Evim 2 katlıydı ama aşırı lüks değildi. Ben üniversite için İstanbul'a gelmeye karar verince dayım, eski evinin anahtarlarını hiç düşünmeden bana teslim etmişti. Yurtta kalmama hiçbirinin gönlü razı değildi. Aynı şekilde evde kalıyor olmam da beni merak etmelerini sağlıyorlardı ama akılları bende kalmasın diye elimden geleni yapıyordum.

Saatin geç olduğu kanısına varınca Whiskey'i de yanıma alıp evden içeri girdim. Yatağa uzandığımda Aras'ın cümleleri hâlâ zihnimi kurcalıyordu. Neden bu kadar takılıyordum ki sanki her cümlesine? Ayyaşın tekiydi işte, sarhoşken ne söylediğinin kendisi de farkında değildi sonuçta.

Yine de bana hiç kimse böyle davranamazdı.

Dersim olmadığı için mutlu bir güne uyanmış olmam gerekirdi ancak havanın tamamen güneşli oluşu bile keyfimi yerine getirememişti. Saate bakıp 8 olduğunu görünce huysuz bir şekilde inleyerek yatağımda döndüm. Ders olsaydı eminim ki bu saatte uyanamaz geç kalırdım.

Ne kadar zorlarsam zorlayayım uyuyamadım. Kalkıp uyuşuk hareketlerle kahvaltı hazırlamaya başladığımda, kapı zilinin çalmasını beklemiyordum.

Yine aynı uyuşuk hareketlerimi kullanarak kapıya gittim. Üzerimde beyaz puantiyeli pembe pijamalarımın olduğunu hatırladığım zaman kapı kolunu çeviriyordum. Neyse ki gelen Serra'ydı.

Bu saatte?

"Ne bakıyorsun, insan bir hoşgeldin der."

"Hoşgeldin, girsene ben de kahvaltı hazırlıyordum."

"Yaşasın! Kurt gibi açım." Neşeyle içeri girerken pozitif enerjisi beni de gülümsetmişti. Bu kızın yanında mutsuz olmak mümkün mü? Asla!

Derse gitmesi gerekirken merakına yenik düşüp bize gelmişti. Benim kendiliğimden anlatmamı bekliyordu, bense sırf onu gıcık etmek için hiçbir şeyden haberim yokmuşçasına havadan sudan konuşup duruyordum.

"Eeh yeter ama ya banane Francisco'nun çocuğundan?" diye bir anda patlayınca gülmemek için bastırdığım dudaklarımı daha fazla zorlamayarak kahkaha atmaya başladım. Serra ise kaşları çatık bir biçimde bana bakıyordu.

"Anlat bakalım."

Daha fazla uzatmanın anlamı yoktu tabii. Anlatmaya başladım, hiçbir ayrıntıyı atlamayarak her şeyden bahsettim ona. Meraklının önde gideni olabilirdi ama en yakınım oydu işte. Bitirdiğimde nefesini tutmuş beni dinlediğini fark ettim.

"Vay be."

Söylediği tek cümleden sonra ikimiz de bir süre susmuştuk. Serra tekrar konuştu.

"Sen bu Aras'tan hoşlandın mı yoksa? Hani böyle azıcık, hafiften sanki..."

"Hayır," dedim net bir şekilde. "Hoşlanılacak bir insana mı benziyor? Dengesiz."

Israr etmedi. Birkaç saatlik havadan sudan konuşma seansımızın ardından evine gitti. Ben de sıkıntıdan patlamaya devam ettim.

SİYAH KADARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin