Medya: Aras
-SEVGİLİLER GÜNÜ ÖZEL-
Güne tasasız başlamak…
Uzun zaman sonra, bir kez olsun, yapmak istediğim bir şeyi sadece yapmak istediğim için yapmıştım. Mantık aramamış, araştırmamış, günlerce düşünmemiş, sadece yapmıştım. İstediğim için.
Hissettiğim şey saf mutluluktu. Daha dün kendi içimde ondan nefret ettiğimi bas bas bağırırken, bir kez daha göz göze gelince tüm duvarlarımı yıkma kararımı yine kendi içimde vermiştim. Buna ne deniyordu bilmiyordum, sadece ona karşı koymaktan yorulmuştum.
Yataktan kalktığım anda odamın karşı duvarındaki takvimden bir yaprak daha kopardım.
“14 Şubat 2015.”
Sevgililer günü. Gülümsedim.
Sevgililer gününden bir gün önce başlanılmış bir ilişki için bir şey düşünmeli miydim, bilmiyordum. Ufak bir jest beklediğimi ise inkâr edemezdim. Bir buket gül, belki güzel bir mesaj, ya da… En azından günü birlikte geçirmeliydik.
Göz ucuyla telefonuma baktığımda hiçbir hareketlilik görmeyişim canımı sıkmış olsa da omuz silkip mutlu bir şekilde mutfağa indim. Daha gün yeni başlamıştı, hemen ümidi kesmemeliydim.
Kahvaltımı hazırlamış oturacağım sırada telefonumun melodisini duyup masadan fırladığım gibi üst kata koştum. Büyük bir hevesle telefonu elime aldıktan sonra yüzümdeki gülümseme biraz solar gibi oldu. Arayan Serra’ydı. Aramasına elbette üzülmemiştim ama girdiğim beklenti tamamen farklıydı.
“Efendim?” diye açtım telefonu.
“Alo,” dedi. Sesi fazlasıyla düz geliyordu. Sinirli gibi. “Yarım saat sonra geleceğin yeri sana mesaj atıyorum.”
“1 saat olsa? Önce kahvaltı yapayım.”
“Hayır,” dedi gözlerini devirdiğine emin olduğum bir ses tonuyla. “Kahvaltıyı birlikte yapacağız zaten.”
Kahvaltıyı zaten hazırlamış olduğumu söyleyecekken telefonu yüzüme kapattı ve 2 dakika sonra bana gideceğim yerin adresini mesaj attı.
Bütçemizi fazlasıyla aştığından emin olduğum yerin adını görünce mesaja verecek tek tepkim vardı.
“İkramiye falan mı çıktı sana? Yoksa hesabı öpücükle mi ödeyeceğiz?”
“Kapa çeneni ve çabuk hazırlan. Güzel ol.”
Serra sinirli gibiydi. Belki de konuşmaya ihtiyacı vardı, bu yüzden Aras’ın arama ihtimaliyle içim burkulurken hazırlanmaya koyuldum. 3 dakikada bir “Telefon mu çaldı sanki?” diye kendi kendime konuşarak telefona bakıyordum. Ve hayır, hiç çalmamıştı.
Siyah taytımın üstüne vişne çürüğü polar hırkamı giydim. Sabah kahvaltısı için tayttan daha şık bir şey elbette düşünemezdim. Serra’nın güzel ol uyarısını hatırlayınca dudaklarıma hafif bir parlatıcı ve gözüme de rimel sürdükten sonra hazırdım.
Telefonuma bir kez daha bakıp bir kez daha hüsrana uğradım.
Evden çıkarken içimdeki mutluluğun hâlâ aynı düzeyde olduğunu fark ederek kendi kendime bir kez daha gülümsedim.
Serra’nın bana verdiği adrese tam 40 dakika sonra ulaşmıştım. İçeri aceleyle girerken düşündüğüm tek şey ona yapacağım açıklamaydı. Dakikliğini ve telefondaki öfkeli ses tonunu hatırladığım an adımlarımı biraz daha hızlandırdım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAH KADAR
Teen FictionSiyah gibi olmalı insan. Siyah gibi sade, siyah gibi koyu, siyah gibi yalnızlığı yansıtmalı kimi zaman ve siyah gibi kamufle etmeli ardındaki tüm diğer şeyleri. Bazen acımasız olmalı tıpkı siyah gibi, bazense çaresiz. Gecenin en karanlık saatini yan...