Eve geldiğimizde Jungkook'la birlikte salona geçerek babamlara selam verdik. Onlara çiftlik evine gideceğimizi söylediğimde babam sadece küçük bir tebessüm takınıp memnuniyetle kitabını okumaya devam etmişti. Zaten kızlarla birlikte her ay kaçamak yapardık, ailemle de her yaz mutlaka giderdim.
Ben de hafifçe tebessüm ederek odama çıktım. Yemek yemeyecektim, nasılsa akşam çiftlik evinde bir şeyler yapar yerdik. Ben de yemek işini atlayarak banyoya girdim. Kısaca bir duş alıp çıktıktan sonra kalın giymeye özen gösterdim. Siyah, kalın kumaş bir pantolon ve üstüne de dar, siyah boğazlı bir kazak giyindim. Koyu gri tonlarında bir botu da ayağıma geçirdikten sonra saçlarımı iyice kuruttum ve uçlarına su dalgası yaptım. Dudaklarıma pembe tonlarında bir ruj sürüp, kirpiklerime maskara çektiğimde hazırdım.
Küçük bir çantaya pijama, yedek kıyafet ve birkaç gerekli şey daha koydum. Çiftlik evine sık sık gittiğimiz için kişisel bakım eşyalarımı almamıştım çünkü orada yedekleri vardı. Yanıma şarj aleti, kulaklık, tablet ve bir tane de kitap aldıktan sonra küçük çantamı kapattım. Kalçamın altına kadar inen montumu aldıktan sonra tam odamın kapısını açmıştım ki, bir eli kapıda olan Jungkook'u görünce korktum.
"Ben de seni çağıracaktım." dedi, elini kapının kolundan çekerek.
Sağ kulağında küçük, siyah bir küpe vardı. Siyah saçları, rüzgârı tenine giymiş gibi usulca sallanıyordu. Biçimli çenesi gergindi, elmacık kemiklerine değen saç uçlarıyla kemikleri dans ediyordu. Her zaman giydiği boğazlı kazaklardan birini giymemişti. Beyaz, V yaka kalın bir kazak vardı üstünde. Boynunun açıkta bıraktığı kısmında sivri uçlu bir dövme vardı. Dövmenin neye benzediğini anlayamasam da boynunda şekillerle yontulmuştu. Kazağının üstüne giydiği siyah, kalın bomber ceketiyle tarzını yansıtmıştı yine.
Gözlerimin onda fazla oyalandığını anlayıp, "Sen de hazırsın madem gidelim o zaman." dedim.
Elimdeki çantayı uzanıp aldı. Ben de sadece sırtıma taktığım sırt çantasıyla kalmıştım. Merdivenleri indikten sonra evden çıktık ve arabanın arka kapısını açarak eşyalarımızı yerleştirdik. Sürücü koltuğunu Jungkook'a devredip yanına oturdum. "Joohyun ve Moonbyul'u evden alacağız." dedim.
"Tamam, sen evlerini tarif edersin o zaman."
"Evet, tarif ederim. Bahçeden çıktıktan sonra dümdüz ilerle, ilk yol ayrımından sağa dön." dediğimde kafasını salladı.
Joohyun, Moonbyul'un evinde olacaktı. Moonyul hem benim hem de Joohyun'un ortasında kalıyordu, bu yüzden Joohyun direkt Moonbyul'a geçmişti. Yol biraz uzak olduğu için radyoya uzanıp şarkı açtım. Jungkook'la konuşmuyorduk, sessizlik sıkıcıydı. Şarkı açarsam en azından aramızdaki uğursuz sessizliği müziğin kollarına bırakmış olurduk.
Arkada Rusça bir şarkı çalmaya başladı. Çalan şarkı beni etkiliyor, hislerimi avuçlarımın içine bırakıyordu. Gözlerimi kapatarak kendimi şarkının ritmine bıraktım.
Güneş batıyor ama kimse uyumuyor.
Kimse uyumuyor, şehir çok gürültülü.Uyuyamıyorum, şehrin gürültüsü ve insanların telaşı siniyor üstüme. Yorgun bedenimi kaldıramıyorum, yere yığılıyor ve yıprana yıprana geliyorum bugünlere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
imprisoned captive eyes • jenkook ✔
FanfictionKırılgan cümlelerin vardı senin, dudaklarının arasından firar ettiğinde canıma batardı. Başlangıç: 16.03.2020 Bitiş: 04.04.2021 Jennie Kim & Jeon Jungkook