altıncı bölüm

1.8K 163 283
                                    

Kahvemin son yudumlarını da içip masaya bıraktıktan sonra ayağa kalktım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Kahvemin son yudumlarını da içip masaya bıraktıktan sonra ayağa kalktım. Benim ardımdan Jungkook da kalkmıştı. Babamla aramız biraz soğuk olsa da, ikimize de iyi dersler dilemişti. Dudaklarıma kondurduğum küçük tebessümümle teşekkür etmiştim sadece. Başka da bir şey konuşmadan çıkmıştık.

Bugün hava çok soğuktu. Üstümde boğazlı bir kazak vardı, onun üzerine de oldukça kalın bir mont giyinmiştim. Kendimi hasta olacakmış gibi hissediyordum çünkü evin içi sıcak olmasına rağmen üşümem normal değildi. Belli ki çiftlik evi maceramızda üşütmüştüm.

Omuzlarımı dik tutmaya çalışarak arabanın yanına kadar yürüdüm. Omzumda büyük bir çanta vardı çünkü içine her şeyimi koymuştum. Telefonum, cüzdanım, anahtarlarım ve kitaplarımın yanı sıra omuzlarımı örtecek bir şal da vardı.

Çiftlik evinden döndüğümüzden beri Jungkook'la hiç konuşmamıştık. Bana herkesten sır gibi sakladığım ikinci adımla hitap etmişti. Kimliğimde Jane yazmıyordu ama annem, Jane ismini çok sevdiği için bana hep böyle seslenirdi. Ben de bu hitap şeklinin sadece anneme özel kalması için kimseye söylemezdim. Jungkook'un ikinci adımı bilmesi beni bir hayli şaşırtmış ve meraklandırmıştı.

Arabaya bindikten sonra Jungkook arabayı çalıştırdı ve evin önünden uzaklaştık. Biraz vakit geçtikten sonra kendimi toparladım ve Jungkook'tan tarafa döndüm. "Jungkook," diye seslendim.

Dikkati yoldayken birkaç saniye bakışlarını bana çevirdi, ondan sonra hemen önüne dönmüştü. "Efendim?"

"Bana Jane diye seslendin. Jane benim ikinci adım, bir nevi lakabım da diyebiliriz. Bu adımı kimse bilmezken nasıl olur da sen bilebilirsin?"

Dikkatle onu incelediğimi görüyor olsa da gözlerini yoldan ayırmıyordu. Adem elması yavaşça yukarı çıkıp aşağı indi. Gözlerine inen saçlarının tutamlarını geriye çekmek istedim. Dudağının altına imza gibi çakılmış beni tatlı duruyordu. Hem bu kadar havalı hem de bu kadar tatlı olmayı nasıl başarabiliyordu, anlamıyordum.

"Baban seni tanıtırken iki adını da söylemişti. Kimse sana öyle seslenmeyince ben seslenmek istemiştim." Gözlerini tekrardan bana dikti. Çikolata kahvesi gözlerinde gördüğüm suret bana aitti. İrisleri yoğun ve dikkatli bakıyordu. Cümlesini kurduktan sonra benimle göz teması kurmak için yaklaştığında çok yakın olduğumuzu fark edip biraz geriye çekildim ve arkama yaslandım. "Bir sorun mu var, Jennie?"

"Bir sorun yok ama bana Jane deme lütfen. Jennie denmesini tercih ediyorum."

Anlayışla kafasını salladı ve tekrardan yola odaklandı. Yol boyunca başka bir şey konuşmadık. Öylece yolu izledik.

Dün akşam can sıkıntısından saçlarıma perçem kesmiş ve perçemlerimi de sarıya boyamıştım. İlk kez kahverengi haricinde bir renk kullanıyordum. Sadece perçemlerimi boyamış olsam da benim için büyük bir farklılıktı. Yıllar önce saçlarımın aralarına griler attırmıştım ama sonra yeniden kahverengiye dönmüştüm. Sanırım kahverengi saç benim vazgeçilmezimdi.

imprisoned captive eyes • jenkook ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin