yirminci bölüm

1.1K 111 215
                                    

Soğuk bir sabahın ayazında gördüm seni. Dilinde rayların tonunda kırık bir ıslık parçası, parmaklarının arasındaysa tuttuğun izmaritin dumanı vardı. Karanlığa doğru yol alırken kestin yollarımı.

Şimdi söyle, uçurumun ucundaki insanı kurtarmanın bedelini ödeyebilecek misin? Yaralarımdan öpüp gözlerimin içine bakarak beni sevdiğini söyleyebilecek misin? Her şeyi bir kenara attım, beni sevecek misin? Çünkü ben uçurumun kenarından koştum sana. Her şeye ve herkese rağmen hayattayım hâlâ. Beni yalnız bırakma.

Günlerce taş taşımışım gibi büyük bir yorgunlukla gözlerimi araladım. Beyaz ışığı gördüm derken neyi kastediyordu insanlar? Gözümü açar açmaz beyaz bir ışık vurmuştu yüzüme. Gözlerim kamaşırken son anda babamı görmenin mutluluğu ruhuma sızmıştı. Babama sarılmak, içim çıkana kadar ağlamak istiyordum. Benden umudunu kesmemişti.

Ufak bir damla yaş göz kenarımdan usulca süzülerek çeneme akarken kendime biraz daha gelmiştim. Babama gülümseyebildiğim kadar gülümsedim. Gözlerimin içi parlıyordu. Babamı çok özlemiştim. Son iki yıldır aramız çok iyi olmasa da o benim babamdı. Beni her zaman çok düşünür, saçımın teline zarar gelse tabiri caizse dünyayı yakardı. Aramız daha yeni iyi olmaya başlamışken onu bırakamazdım.

Hatalarım elbette olmuştu. Küçük bir çocuk gibi davrandığım zamanlar da, olgun bir kadın gibi davrandığım zamanlar da oldu. Bütün bunlara rağmen babam bana sesini bile yükseltmedi. Otoritesini korumasına rağmen aslında kalbimi kırmamaya çalışırdı. Bugünden itibaren babama daha sıkı sıkıya bağlanacaktım çünkü biz bir aileydik. Onun için Sung Ha'ya bile katlanabilirdim. Gerçi Sung Ha bu aralar iyiydi.

Babam gözlerimi açtığımda, "Canım kızım, kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu.

Bir elimle babamın elini tutarken, diğer elimle yüzümdeki maskeyi çıkardım. "İyiyim," dedikten sonra derin bir nefesi içime çektim. Uzun süre nefessiz kalmanın ağırlığı kaburgalarımı sızlatıyordu. Hastane kokusunu da sevmiyordum. "Seni kolay kolay bırakır mıyım sandın? Daha sevgilimi seninle tanıştırırken beni nasıl kıskandığını görmem lazım."

Gözlerini kısarak bana doğru yaklaştı. "Senin sevgilin mi var? Hiç belli etmiyordun."

"İşte bundan bahsediyordum." diyerek gözlerimi şakasına baymaya çalıştım. "Sen beni daha şimdiden kıskanmaya başladın. Çok merak ediyorsun madem söyleyeyim, sevgilim yok."

"Zaten sana kim dayanabilir ki? Benimki de soru işte."

"Ne? Bana dayanamayacak biri var mı? Bana bana, Jennie Kim'e?"

Babam kahkaha atarak elimi daha sıkı tuttu. "Hiç ameliyattan çıkmış gibi değilsin. Şuna bak, eski Jennie'ye dönmüşsün." Sesi kısılırken ağlamaya başladı. Parmak uçlarıyla göz pınarlarından göz bitişine kadar gözyaşlarını sildi. "Seni tabii ki kıskanacağım. Benim bir tanecik kızım var."

Doğrulmaya çalıştım ancak doğrulamadım. Tıpkı babam gibi gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. "Benim de bir tanecik babam var. Merak etme, seni üzecek hiçbir şey yapmam."

Babam, "Biliyorum kızım. Sana kendimden çok güveniyorum." dedi ve bana doğru eğildi. Canımı yakmadan hafifçe sarıldı. Saçlarımı okşadı ve öpücükler bıraktı.

Babamla konuşmam bittikten sonra pencere olduğunu fark ettiğim yere baktım. Herkes buradaydı. Bu kadar çok kişiyi beklemiyordum. Hatta Sung Ha bile pencerenin en önünde duruyor, ağlamaktan kızarmış yüzüyle bana bakıyordu! Rüya mı görüyordum ben? Kesin rüya görüyordum. Bu manzaranın başka bir açıklaması olamazdı.

imprisoned captive eyes • jenkook ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin