Rüzgar dokundu tenimin her zerresine usulca. Toprak attılar ruhuma, kayıp bir sallantıda. Binlerce ses duyuyordum rüzgarımda ve bekliyordum, yayında gerilmiş bir okla. Duymak istediklerimi söylemiyordu kimse. Bir şimşek çakıyordu ve tam kalbimin ortasına düşüyordu yıldırımı. Çiçekli yollarla kaplı bir mahzenin akşamlarından iniyordu kelimeler, yalnızlığın kollarına.
Arabayı her zaman gittiğimiz kafenin önünde durdurdum ve kemerimi çıkardım. Yanımdaki Jungkook denilen adama gözlerimin ucuyla baktıktan sonra arka koltuğa uzanıp çantamı aldım. Arabadan inmeden önce durdum ve, "Burada beklemeyi mi düşünüyorsun? Ne zaman işim biter belli değil." diyerek bıkkınca konuştum.
Kollarını göğsünde kavuşturarak gözlerini kapattı. "Sorun değil, ben beklerim." diye mırıldandı. Bu çocuğun beni umursamayışı sinirimi bozuyordu.
"Çok fazla durmayacağım. Yanımda oturmak istemezsen bile en azından içeri gel."
Gözlerini açarak bana baktı. Sabır dilercesine kafasını sağa doğru eğdikten sonra gözlerini tekrar benimle buluşturdu ve kollarını da göğsünden ayırdı. Kafasını sallayarak aşağı indi, ben de rahat bir nefes aldım ve arabayı kilitledim. Jungkook beni beklemeden önden hızlıca ilerlemişti. Beni beklemesini de istemezdim zaten. Babam onun güvenli birisi olduğunu söyleyerek "korumam" olmasını istemişti ama ben güvenemezdim. Kendi gölgeme bile güvenmezdim ben. Çünkü güneş gökyüzünden silindiğinde beni ilk terk edecek şey gölgem olurdu.
Jungkook benden önce kafeye girmiş ve iki kişilik masalardan birine oturmuştu. Yoldayken en yakın arkadaşlarım Joohyun ve Moonbyul'a mesaj atarak her zamanki kafeye gelmelerini istemiştim. Benden önce gelmiş ve boş masalardan birine oturmuşlardı. Gülümseyerek yanlarına ilerledim ve, "Selam!" diyerek Moonbyul'un yanına oturdum.
Onlar da bana selam verdiler. "Bizi bu saatte yanına çağırdığına göre önemli bir şey olmuş. Ne oldu anlat bakalım."
Joohyun'un söylediklerinden sonra elimde olmadan gülümsedim. Beni babamdan daha iyi tanıyan arkadaşlarım vardı. Buna üzülsem mi yoksa sevinsem mi bilemedim. Sanırım her iki duyguyu da barındırıyordum içimde. Üzüldüğüm nokta babamın beni yeterince tanımamasıydı.
Daldığım hayal aleminden çıkarak, "Ne yazık ki bir sorunum var." dedim.
"Ne oldu?" diye sordu Moonbyul.
"Paniklemeyin, çok önemli bir şey değil." Kafamdaki sözcükleri toparlamak için garsonu çağırdım ve bir kahve sipariş ettim. Garson siparişimi getirmek üzere gittiğinde Jungkook'a baktım. Yüzüm düştü, boğazımı temizleyerek kızlara geri döndüm. "Okul çıkışı takip edilip gasp edildiğimi biliyorsunuz. Babam boş durmamış ve benim için bir koruma tutmuş."
Joohyun içtiği kahveyi dudaklarının kenarına doğru püskürttüğünde yüzünü buruşturarak fincanı masaya bıraktı. Peçetelikten bir peçete alıp dudaklarını sildikten sonra, "Ne!" dedi şaşkınca.
"Duyduğunuz gibi, artık bir korumam var." diyerek omuz silktim.
"Pekâlâ," Moonbyul ellerini dizinde birleştirip arkasına yaslandıktan sonra bir bacağını diğer bacağının üstüne attı. "Biz tanıyor muyuz bu korumayı?"
Sorduğu soru karşısında güldüm. Sanki Kore'deki korumaların hepsini tanıyormuş gibi soru soruyordu. "Nereden tanıyacaksın?" dedim alayla.
Garson kahvemi ve yanında bir adet çikolatayı getirdiğinde gülümseyerek teşekkür ettim. Havalı biriydim, etrafa neşe saçan bir yapım yoktu. Tırnağımın ucu kırılsa kolum kırılmış gibi nazlı ve huysuz davranırdım. Kimseye bir şey yapmadığım halde insanlar benden çekinirdi. Çıkma teklifi eden erkeklerin hepsini reddederdim. Ben içimdeki sevgiyi annem öldüğünde ve babam başkasıyla evlendiğinde kaybetmiştim. Yalanlar bir ip olup boğazıma dolanmıştı, darağacına asılmıştım. Fakat buna rağmen insanlara kaba davranmazdım. Bu yüzden garsona minnetle gülümsemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
imprisoned captive eyes • jenkook ✔
FanfictionKırılgan cümlelerin vardı senin, dudaklarının arasından firar ettiğinde canıma batardı. Başlangıç: 16.03.2020 Bitiş: 04.04.2021 Jennie Kim & Jeon Jungkook