Jungkook'un tehditvari konuşmasıyla gözlerimi yumdum. Kimsenin kavga etmesini istemiyordum, partiden olaylı bir şekilde ayrılıp bütün gözleri üzerimde hissetmeyi ise hiç istemiyordum. Adını bilmediğim çocuk Jungkook'a doğru yürüyüp tam önünde durdu. Burun buruna geldiklerinde olası bir kavganın aralarında filizlendiğini görmek hiç de zor değildi. İkisi de birbirine öfkeyle baktı ve ikisi de geri çekilmedi. Adını bilmediğim çocuk sonunda tuvalete girdiğinde derin bir nefes aldım.
"Jungkook," dedim ve ona doğru bir adım attım. "Sen ne yapıyorsun? Onunla kavga mı edecektin?" Ellerimi saçlarımın arasından geçirip sinirle güldüm. "Amacın neydi senin?"
"Amacım seni korumak." O da bana doğru bir adım atıp önümde durdu. Aramızda hatrı sayılır bir mesafe vardı. "Bana hesap mı soruyorsun, Jennie?"
"Evet, hesap soruyorum. Kavga etmenizden korktum ve olay çıksın istemiyorum!"
"O zaman bu geceki partini burada bitir. Elimden bir kaza çıkabilir, içerideki şahıs ayaklarımın altında ezilebilir."
Neden bu kadar sinirlendiğine anlam veremedim. Öfkeyle kasılan çenesi ve boynundaki hırsla atan damarları öfkenin koynunda pusuya yatmıştı. Kaşlarımı çatarak arkamı döndüm. Buradan bir an önce gitmek istiyordum. Onun gibi damarlarında öfke kazanları kaynayan bir insanla aynı yerde bulunmak istemiyordum. Peşimden geldiğini hissettim ama dönüp bakmadım. Kızlara gitmem gerektiğini söyleyerek partiyi terk ettim.
Arabaya binip ön koltuğa oturdum. Tam kontağı çevirip arabayı çalıştıracakken Jungkook yanıma oturdu. Gözümün ucuyla bakıp gaza bastım. Jungkook da o sırada kemerini taktı. Aramızda büyük bir sessizlik vardı, tek kelime etmeden yolumuzda ilerliyorduk. Jungkook derin bir iç çekip torpidodaki gazeteyi alarak okumaya başladı. Eşyalarımın karıştırılmasından nefret ederdim, buna arabam da dahildi. Yine de sesimi çıkarmadım, aramızdaki sessizliği bozmadım.
Yolun bitmesine daha vardı. Arabayı kenara çektim. Uçurum kenarına benzer yüksek bir arazide durmuştum. Jungkook etrafa anlamsız bakışlar attı, sonra da aynı bakışlarla bana baktı. Ona bayıkça bakıp sesimi çıkarmadan indim. Konuşmak istemiyorsa benim için hava hoştu, konuşmazdık.
Kalçamı arabanın kaputuna yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirdim. Buradan gökyüzü çok güzel görünüyordu. Yıldızlar sanki belli bir sıraya girmiş gibi karanlık gökyüzüne dizilmiş, ay ise bütün gökyüzünü hakimiyeti altına almış gibi ortada belirmişti. Böyle yerler beni büyülerdi. Küçükken sırf gökyüzünü görmek için evimizin çatısına çıkardım. Çatıya çıksam da gökyüzünü bu kadar güzel göremezdim. Çatıda öylece oturur, kiremitlerin üstünde ayaklarım kaya kaya gezerdim. 5 Mart 2010 tarihinde, 12 yaşımdayken ayağım kayarak yere yuvarlanmıştım. Bir sürü kemiğim kırılmıştı, tam 2 ay okula gidememiştim. O günden beri çatıya çıkamıyordum, o günden beri bu manzarayı izleyemiyordum.
Buruk bir tebessümle gökyüzünü izerken bir yıldız kaydı. Gözlerimde çocuksu parıltılar canlandı ve buruk tebessümüm sevinçle yüzüme yayıldı. Eskiden yıldız kaysın da dilek dileyeyim isterdim ama bir türlü yıldız kaymasına denk gelemezdim. Biliyordum, bir yıldızdan medet ummak saçmalıktı ama ben henüz çocuktum. Büyüdükçe anlamıştım hayatın gerçeklerini. İstersek koca bir yıldız takımını kayarken görüp dilek tutalım, ne yazık ki hiçbir işe yaramıyordu.
Hayat bütün güzellikleri en beklemediğimiz anlarda sunardı; tıpkı az önce kayan bir yıldız görmem gibi.
Yüzümde hissettiğim yakıcı gözlerin varlığıyla kafamı sağa çevirdim. Yüzümdeki tebessümle ona baktığımda beni incelediğini fark edip gülüşümü sildim. "Yanımda durmak zorunda değilsin." dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
imprisoned captive eyes • jenkook ✔
FanfictionKırılgan cümlelerin vardı senin, dudaklarının arasından firar ettiğinde canıma batardı. Başlangıç: 16.03.2020 Bitiş: 04.04.2021 Jennie Kim & Jeon Jungkook