28.03.2020 CumaUmut Fısıltısı
Zaman onu farketmeden hızlıca geçiyordu ve önceden hissettiğim çocuksu heyecandan eser yoktu şimdi ruhumda. Yavaş yavaş her şeyden uzaklaşıyor, hiçbir şeyden zevk almamaya başlıyordum. Zamana ayak uydurmak isterdim lakin içimde yaşattığım karmaşıklık yaşamama bile müsade etmezken bunu nasıl yapabilirdim hiçbir fikrim yoktu. Yaşıyorum aslında ve içimdeki her bir düşünceyi de yaşatıyordum benimle birlikte. Memnundum bu durumdan, nankörlük etmemeliydim. Lakin benim değil miydi bu yaşam? Elbette daha fazlasını isteyecektim çünkü bunu kendime sadece ben yapabilirdim. Çevremdeki insanlar da yardım edebilirlerdi bana. Şu sıralar çevremi çok düşünüyordum düşünmesine ama benim çevrem var mıydı ki? Yoktu.. olmasını isterdim. Olmasına gerek yoktu, ben vardım ya işte. Beni hiç görmüyorsun..
Yüzüstü yattığım yerden sırtımın üstüne doğru döndüm ve yavaşça gerindim. Saatin şu anda kaç olduğunu bilmiyordum lakin erken olmalıydı. Çalar saat almam gerekiyordu diye düşünürken bir anda vazgeçtim, artık alarma ihtiyacım yoktu. Yatağımdan kalktığım sırada bedenim pencere önüne gitti ve ellerimi perdeye doğru uzattım, camı açtım ve temiz havanın ciğerlerimin içine doluşmasının keyfini sürdüm birkaç dakika. Hava bu sabah parlak ve güzeldi. Güzel havaları görünce hep umut etmek gelirdi aklıma, umut ettiğim zaman ise bir beklenti içine düşerdim. Sonra da ise bekler, bekler ve en sonunda yağmur yağması ile aslında beklediğim şeyin yağmur olduğunun farkına varır bir daha umut etmek istemezdim. Lakin insanoğlu istemediği şeyleri düşünmeden, hayalini kurmadan da edemezdi, yani benim için böyleydi durum. Şu anda da düşünüyordum umut etmeyi, beklemeyi.. hafif ilkbahar rüzgarının kulaklarıma gelen umut dolu fısıltılarını işitmek istedim, bekledim ve bekledim. Bir yandan da yağmur yağmasını bekliyordum. Kendi kendime yeniden aklıma getirirdim işte. Hayal kırıklığına da uğrardım elbet, yine de bir şey belli etmek istemezdim kendime. Çünkü bilirdim eğer kendime belli etseydim bunu, ben.. ben ağlardım. Çaresizliğime ağlar ve kendi kendime olan yabancılığım için yeniden kahrolurdum. İçimdeki şeyler umut etmemi istemezdi, umut etmenin bir güçsüzlük olduğunu düşünür dururdum. Umut etmek ve beklemeye başlamak kendi kendimi kandırmaktan başka bir şey değildi. Ben ise onlara söz geçiremezdim.
Hızlıca kapattığım camın ardından banyoya gidip yüzümdeki yastık izini umursamadan işlerimi hallettim. Sonrasında ise üzerimi giyinip alt kata doğru çevirdim adımlarımı. Mutfağa indiğimde kendime ekmek kızarttım ve raftaki reçel kavanozunu çıkartıp üzerine sürdüm. Bazen aklıma getirmeden edemiyordum. Yaşamdan yavaşça zevkini kaybetmeye başlayan bir insana göre yine de kopamadığım şeyler vardı. Küçükken annem reçel yapardı kendi elleri ile, ardından ekmek kızartır ve sıcak sıcak hemen üstüne sürerdi. Yaptığı şey o kadar lezzetli gelirdi ki bana yerkenki heyecanım beni mutlu ederdi. Şimdi ise hissedemiyordum o heyecanı. Eski sıcaklık yoktu içimde. Ekmeğimi yarım bırakıp bedenimi mutfaktan çıkardım ve elime telefonumu alıp kanepeye geçtim.
Park Bogum'dan mesaj vardı. Onunla yemek yiyeceğimi söylemiştim ve bunun üzerinden birkaç gün geçmişti. Bozulmuş olmalıydı. Hem ben anlayamamıştım ki zamanın nasıl geçtiğini? Evet zaman geçiyordu ama ben zamanımı hep düşünerek geçiriyordum, düşünce ile yoğundu benim zamanım. Bu yüzden de farketmem zorlaşıyordu ne yapıp ne yapmadığımı.
Ona kahvaltı yapabileceğimizi belirten bir mesaj attım ve ayakkabılarımı giyinmeye koyuldum yavaşça. Üzerime hırka geçirdiğim sırada da onayladığına dair bir geri dönüt göndermişti ve ben telefonumu cebime yerleştirip evden çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I'm A Mess |Taekook|
Hayran Kurgu/2018-2020/ "...Benimle o kadar güzel oynuyorsunuz ki. Seslerinizi duymaktan bitkin düşmüş durumdayım lakin sizler bu durumuma kulak asmıyorsunuz bile. Sadece yapmam, hissetmem ve söylemem için daha birçok nice şey istiyorsunuz o kadar..."