İlk aşk... herkesin vardır bir ilk aşkı. Fırtınalı bir günde aşık olmuştum. En azından aşık olduğumu sanmıştım. Hiç unutmam o gün yaşadığım o duyguları. Kara Harp Okuluna gireli iki yıl olmuştu.
Eğitimler, dersler o kadar ağırdı ki kendine vakit ayırmak neredeyse imkansızdı. İzinli olduğumuz bir gün arkadaşlarım ile takılmak yerine tek başıma olmayı seçmiştim bu sefer.
Ankara'nın sisli sokaklarında dolanırken şiddetle başlayan yağmurdan kaçınmak için tenhada kalmış eski bir kitapçıya girmiştim. Sonra o kalbimi titreten kahve gözleri gördüm. O tatlı sıcak çikolataya benzeyen kahve gözler. Bakar bakmaz ısınmıştı içim.
Şimdi tam şuan adamın biri beni tehdit edercesine bakarken de hissettiğim tam olarak o garip kalp çırpıntısı olmuştu.
O Kahve gözlü adamı bir daha hayatımda hiç göremedim. Çok aramış çok defa gitmiştim kitapçıya ama bir kere daha denk düşmemiştik. Peki neydi şuan bu hissettiğim.
"Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar Rojbin!"
Kulaklarım Ali'nin dediklerini duyuyor ama aklım pek algılayamıyordu. Neden böyle olmuştum ki şimdi. Allah Allah! Silkelenip kendime geldim ve alay ile baktım Ali'ye. Sonra da omzumu silktim.
"Ey Ulu Türk Askeri! sanırım bu sefer biraz sen kazanmış gibi olabilirsin."
Sesimde dalga geçmenin en ince tonu olsa da asla ve kat-a dalga geçmiyordum. Tabii Ali'nin bunu bilmesine gerek var mı? Yok.
Ali bir adım daha bana yaklaştığında gözüm bir an arkasında kalan mağaranın kapısına takıldı. Gizlenmiş Haşim ile göz göze geldim. Çatık kaşları ile bizi seyrediyordu. Ali anlamasın diye hemen bakışlarımı Ali'ye çevirdim.
"Yolun sonundayız Rojbin."
Elini kaldırdığında gözlerimi kısarak elini takip ettim gittiği yer hiç hoşuma gitmemişti. Poşumun ucunu tuttuğunda yaralı kolumla hızla elini tuttum.
"Bunu yapmak istemezsin."
Çok sessiz konuşmuştum sadece Ali duymuştu sesimi. Kısa bir durarak gözlerime baktı ve vazgeçmedi yüzümü açmaktan. Poşumu hızla çekip aldığında siyah saçarım omuzlarıma dökülmüş yüzüm ortaya çıkmıştı.
Kısılı gözlerim ile Haşim'e baktığımda saklandığı yerden çıkacak olduğunu fark ettiğimde kaşımı çattım ve çok ufak bir açı ile başımı olumsuz anlamda salladım. Gözlerini kapayıp geri döndü ve gizli çıkışın olduğu mağaranın derinliklerinden kayboldu.
Yeşil harelerimi kaldırıp Ali'nin kahveleriyle buluşturdum. Gözleri hafif irileşmiş yüzümü inceliyordu. Beyaz tenim Orta kalınlıktaki kırmızı dudaklarım, annemden aldığım hokka gibi burnum ve yeşil gözlerim ile ortalamanın üzerinde bir güzelliğe sahip olduğum için yüzümü bu güne kadar hiç göstermemiştim.
Övünmek için söylemiyordum bunu, gerçek olduğu için söylüyordum. Güzeldim, güzeldim ve bu bir lanetti. Yaptığım meslek için olduğum yer için bir lanetti. Asla peşimi bırakmayacak bir lanet.
"Sedef şu mağarada! Al onu da gidelim hadi."
Başımla gösterdiğim mağaraya iki asker ilerlerken diğerleri kalan mağaraları inceliyorlardı. Kalan adamların da silahları ellerinden alınıp paket yapıldığında kollarımı önümde birleştirmiş bekliyordum. Ali bir an olsun gözünü üzerimden ayırmıyordu.
Zaten bir ton şeyin içine gelip sıçmıştı. Al gel birde götürüldüğün karakoldan kaç. Yemin ederim bir ton iş çıkardı başıma ya. Hayır ben zaten Sedef'i birkaç gün misafir edip postalayacaktım yanına ne bu acele anlamıyorum ki. Nişanlısı olduğu için mi acaba? hımm mantıklı olabilir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güçlü Kadınlar Serisi 3; KARACA (Ara Verildi)
General Fiction"Elif dedim, be dedim Amman, Kiz ben sana ne dedim. Elif dedim, be dedim Amman, Kız ben sana ne dedim." Sazın sesi içerime işlerken babam ile söylediğimiz bu parçada sanki yeniden babamla söylüyormuş gibi benim nakaratım da Ali'nin sesini bastırdı s...