Dayanamıyordum

366 31 0
                                    


          Usulca biraz daha bahçenin dışına doğru çıkmıştım. Beni o kalabalıkta göremezdi biliyordum ama onun tarafından bir an görülebilir endişesiyle ondan kaçıyordum. O ise günün anlam ve önemini belirten konuşma yapıyor ve bu şehirde olduğu için mutlu olduğunu söylüyordu. Görür görmez sevdiğini de eklemişti üstelik. Bunun bir politik sözler olduğunu biliyordum ama politik amaçlı da söylemiş olsa da benim yaşadığım şehri sevmesini istemiyordum. O sözcüğü duymak istemiyordum. Ben kendi içimdeki varlıkla savaşırken daha beteri gerçekleşmek üzereydi. Çünkü minik kızım elinde kendinden daha büyük olan çiçek buketini kucaklamış merdivenlerden usul usul çıkıyor ve ona yani babasına gidiyordu. Gözlerim Ayşe'yi aramıştı. O da zaten bana bakıp gülümsemişti. Kızımın eline çiçeği verip onu sahneye gönderen kendisi idi. Güya kızıma torpil geçmişti. Arkadaşının kızını ön saflarda tutuyordu. Ben ise kalbimin sesini adeta kulaklarımda duyuyordum. Yan yana geldiler ve küçük kızım tüm sevimliliği ile elindeki çiçeği ona uzatıyordu. O da usulca dizlerini kırdı ve kızı ile aynı hizaya geldi. Ona bir şeyler söyleyerek elindeki çiçeği almıştı. Sonra artık sabrımın son raddesine gelmesine sebep olan şeyi yapmıştı. Kızımı alnından öpmüştü. Gözlerimi kapattım yıllar önce beni ilk alnımdan öpmüştü ve o dudakların sıcaklığını alnımda hissetmiştim. Yine aynı sahne gözlerimin önündeydi. Bu defa o sıcacık dudakları kızımın alnında idi. Bilmiyordu ne kızım ne de o aralarındaki gizli bağı bilmiyordu ama niye bu kadar yakındılar? Niye birbirlerine gülücükler atıyorlardı. Bedenim bu kadar adrenaline dayanamamıştı ve ben tutunmaya çalıştığım ağacın dibine hızlı bir şekilde çökerek kusmaya başlamıştım. Artık ne bedenim ne de ruhum bazı şeyleri kaldıramıyordu.

           Kızım bana okulda yaşadığı ilk gün maceralarını anlatırken ben çok uzaklardaydım. Onunla aynı şehirdeydik ve mutlaka karşılaşacaktık. Peki bu defa ne olacaktı? Birbirimizi hiç tanımıyor gibi mi yapacaktık. Başarabilir miydik bunu? Peki ya Gülru ne olacaktı? Farkında olmadan tanışmıştı onunla. Yıllarca bıkmadan usanmadan sorduğu babasıyla tanışmıştı. Bu defa onu ikna edebilecek cevaplarım yoktu. Büyüdükçe daha mantıklı cevaplar bekliyordu benden. Ben ise doğru ile yalan arasında gidip geliyordum.

           Ertesi gün kızımı okuldan almaya gittiğimde benim elime bir gazete tutuşturmuştu. Gazetede resmi çıktığı için mutlu idi. Elindeki yerel gazeteyi aldım ve onunla kızımın birbirine gülümserken çekilmiş fotoğrafına öylece baka kaldım. Bu onların baba kız ilk resimleriydi. Ne tuhaf bu fotoğrafı çeken kişi aslında neyi belgelediğini bilemeyecekti. Gülru mutluydu ve gazetenin içeriğinden çok hatta kiminle çekildiğinden çok gazetede resmi olduğuna seviniyordu. Uyuyana kadar da o gazeteyi elinden bırakmamıştı. Ben ise o uyuduktan sonra o gazeteyi paramparça etmiştim. O adam kızımla aynı karede olmayı hak etmiyordu. Ona kızımı vermeyecektim. O benimdi benim parçamdı. Bir daha değil aynı karede aynı mekanda bile bir araya gelmeyeceklerdi. Ama kader benimle yine aynı fikirde değildi.

            Her ne kadar evdeki gazeteyi parçalamış olsam da öğretmenler odasında bir köşeye atılmış olan gazeteyi usulca almış ve ikisinin olduğu resmi elimle yırtarak kitabımın arasına koymuştum. Bu onların ilk resmiydi ve ben o anı saklamak istemiştim. Onunla hiç karşılaşmadık. Daha doğrusu ben onu hiç görmedim. Ama yalnız geldiğini biliyordum. O kadında çocuğu da yoktu yanında. Niye onlarsız gelmişti bilmiyorum. Merak etsem de zaten soramam.

            Ne kadar kaçarsam kaçayım sonunda karşılaştık. Hiç olmadık yerde ve hiç olmadık zamanda. Gülru'ya kış ayı yaklaştığı için ayakkabı almaya çıkmıştım. Ben kızımla elindeki ayakkabı konusunda tartışırken onun esnaf ziyaretine çıktığını bilmiyordum. Gülru ille de üstü açık bir ayakkabıda ısrarcıydı ve ben onu giyemeyeceği için kışlık bir ayakkabı seçmiş onu beğendirmeye çalışıyordum. Her ne kadar bu tartışmanın galibi Gülru olsa da ona bunu göstermeden sonuna kadar direnecektim. Çünkü kızımın her dediğini yapıyordum ama o istediği zaman değil daha sonra yapıyordum. Bu sayede istediğini hemen elde edemediğini fark ediyor ayrıca daha sonra ona sürpriz yaptığım içinde sevinci ikiye katlanıyordu. Kızım öğrenmeliydi hayatın en acı gerçeğini. İstediği her şey anında olmazdı. Bazen hayat onu sana hiç vermezdi ve bazen de benim kızıma sürpriz yapmam gibi bir anda karşına çıkarırdı.

           O an, dükkana bir kalabalık girmişti. Kalabalığın önünde ise o vardı ve ben bilmiyordum. Ben hala kızımla tartışırken dükkan sahibi çoktan yanımızdan ayrılmış değerli konuğunu karşılamaya gitmişti. Bizim birbirimizi yeniden görmemizi sağlayan kızım olmuştu. Onu tanımış ve parmağı ile onu göstermişti "Anne bak benim resmimdeki amca" demişti.

            Ben ise elimde Gülru'nun ayakkabısı usulca oturduğum yerden ayağa kalkmıştım ve onunla göz göze gelmiştim. Gözlerindeki şaşkınlığı fark etmemek elde değildi. O an çevresindeki insanlar ona bir şeyler söylüyor ama o bunları duymuyordu bile. Hipnotize olmuş bir şekilde bana bakıyordu. Sonra gözleri Gülru'ya kaydı. Koruma iç güdüsüyle Gülru'yu kendime çekmiş ve elini sımsıkı tutmuştum. Sanki kızım elimden kayıp ona gidecek ve beni terk edecekti. Kızımı görünce afalladı. O küçük kızla benim aramdaki bağlantıyı çözmeye çalışıyordu besbelli. Daha fazla orada kalmadım ve Gülru'nun değil benim seçtiğim ayakkabıyı alarak mağazadan çıktım. Gülru alınan ayakkabıdan memnun olmadığı için ağlıyordu ve ben onun tek gözyaşına kıyamayan ben aldırış etmiyordum. Kızımı sebepsizce cezalandırıyordum. Onun bizi görmesine kızım izin vermişti çünkü...

                  Birkaç kere de resmi kutlamalarda karşılaştık. Ben zaten geri planda olduğum için onunla muhatap olmuyordum. Ama onun beni izlediğini hissediyordum. Hele ki bir kutlamada Edebiyat öğretmeni olduğum için sunucu olmuştum. Protokolün başında ise o vardı. Tam karşımda idi ve ben önümdeki kâğıdı ezbere bilmeme rağmen okumakta zorluk çekiyordum. Öyle acemi davranıyordum ki bilmeyen benim Edebiyat öğretmeni olduğumu anlamazdı. Maalesef onun adını zikretmek zorunda kalmıştım. " İlçe Kaymakamımız Sayın Kerem Beyoğlu'nu günün anlam ve önemini belirten konuşması için kürsüye davet ediyorum" ne kadar resmi ve klasik bir cümle. O cümlenin bana hissettirdiklerini kimse bilemez belki o biraz hisseder. Çünkü o da adının benim dudaklarımdan çıkışına şaşırmış bir vaziyette usul usul geldi yanıma. Onun gözlerine bakmaya korkuyordum ve kürsüyü ona bırakırken bir an omuzlarımız birbirine değmişti ve ben darmaduman olmuştum. Daha fazla dayanamayacağımı hissettiğim için törenin ondan sonraki kısmını bir arkadaşıma devrederek orayı terk etmiştim. Yaslandığım okul binasının duvarından güç almak istercesine hıçkırıklar içinde ağlamıştım. Dayanamıyordum; ona ve onsuzluğa artık dayanamıyordum. Acımı paylaşacak kimsem olmadığı için acımı herkesten uzakta tek başıma yaşıyordum. Üstelik hıçkırıklarımı kimse duymasın diye ellerimi dudaklarıma bastırıyordum...

İLK AŞKIN GÖZYAŞLARI (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin