8: Sonsuzluğa Dokun

5.1K 762 530
                                    

Sonsuzluk.

Uçsuz bucaksız göğe kanat çırpan binlerce kuş...

Deniz. Maviyi hiç görmediğimi fark ettiğim o an.... Dünyanın benim gökyüzümden ibaret olmadığına şahit olduğum an. Göğün ve denizin birbirine kavuştuğu ufuk çizgisi. Zihnimdeki bütün sınırların paramparça olduğunu fark ettiğimde ciğerlerimi yakmaya başlayan o nefes...

Soluklarım göğsüme sıkışıyordu, yaşamak tam da şu an hiç olmadığı kadar acı veriyordu. Binlerce şey düşünüyordum, öyle fazlaydılar, yükleri öyle ağırdı ki omuzlarım giderek çöküyordu, yenilmek üzere olduğumu anlıyordum. Zihnimle bir savaşa girdiğimi zannetmiştim... Oysa büyük bir yanılgıydı. Ben gözlerimi açtığım o ufak dünyaya daha doğduğumda mağlup olmuştum. Kimseyle savaştığım yoktu, bu bir aptallık olurdu.

Dünyanın hiç görmediğim bir tarafındaydım. Kiminle savaşmaktan bahsediyordum? Hayatta kalmak büyük bir şans sayılırdı benim için. Sahi şimdiye dek nasıl başarabilmiştim? Her şeyi usul usul fark edebilmeye başlıyordum.

Fark ettikçe kahroluyordum. Kahroldukça dudaklarım titriyor, gözlerim gördüğü şeylerin acısını yüreğime kilitliyordu. Denizin sonsuzluğu zihnime ağır geliyordu, orada açık bıraktığım ufak pencereme bu hayali sığdıramıyordum. Kabullenişi büyük bir azap veriyordu, kuşları gözlerimden, kuşları zihnimden....

Kuşları kalbimden atamıyordum. Kardeşime inanmadığım o geceyi kalbimden atamıyordum. Genzim bu korkunç hisle yanıyor, ciğerlerime nefes yetmiyordu. Avucumda kalan toprağı bir kez daha öyle çok sıktım ki tanecikleri tenime battılar, ufak taşlar canımı acıttı. Son nefesini verirken ona inanmadığım için ben suçluydum. Gözlerimi gökten kaçırdığım için ben suçluydum. Kuşların kanat seslerine kulaklarımı kapattığım için ben suçluydum.

Kardeşim hiçbirini görememişti. Ona denizi gösterememiştim. Bir kez... Yalnız bir kez görseydi... Kalbim sancıyordu. Tanrı'ya yalvarmak istiyordum. Küçüğümün gittiği yerde... Benim acımı seyrettiği yerde küçük gözleri denizi de seyrediyor muydu? Keşkeler düğüm olup boğazıma takıldı, yutkunamadım. Ah... Bir kez. Tanrım, bir kez olsun ona denizi göster, diye isyan ediyordum içimden. Yalvarırım bir kez göster ona. Kuşların nereye uçtuğunu görebilsin. Ben artık onun neşeli çığlığını duyamayacağım ancak ona sen merhamet et. Ne olur kuşlarını göster ona, benim acımı gösterme, aşık olduğu kuşları göster. Zey'in unuttuğumuz kuşlarını...

O güzel gözleri kim bilir ne büyük bir sevinçle parlardı, denize doğru ne büyük bir hevesle koşardı... Yapamamıştım. Hiçbirini görememişti. Biz koca insanlar onun minik dünyasına siyah perdeler indirmiştik, inandığı mavilere karalar sürmüştük. Son nefesini verirken bile kuşları fısıldamıştı bana... Sonsuzluğu fısıldamıştı. Beni kurtarmak istemişti. Şimdiyse ona ihanet eden bu gözlerim denizi görüyordu. Kardeşime inanmayan ben seyrediyordum kuşları.

Onun canına kıymışlardı, yaşamı hak etmeyen ben yaşıyordum hala...

Bu suçluluk ölümden daha kötüydü, bu azap beni parçalıyordu. Nasıl dayanacaktım?

"Neden konuşmuyorsun?"

Rans'ın gergin sesi kulağımı okşadığında kuvvetli bir rüzgar sarı saçlarımı geriye doğru savurdu. Hava kararmıştı, saatlerce toprağa kapanıp Zey için ağlamıştım. Rans bir an bile yanıma gelmemiş, bana dokunmamıştı. Sanki acımı hissediyordu. Gitmemiz gerektiğini biliyordu ancak tek kelime etmemişti. Merhametli bir adam mıydı? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey Zey için denize ettiğim feryadın taştan bir kalbi bile parçalayacak kadar kuvvetli olduğuydu. Zey için kuşlara haykırdığım isyanın buzdan bir insanı bile yakıp küle çevireceğiydi...

UNUTULMUŞ KUŞLAR GÖĞÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin