21: Kanatları Kana Bulama

4.8K 538 721
                                    


21: Kanatları Kana Bulama

Yağmur yeniden başladı.

Dışarıdan duyulan adım sesleri, su damlalarının camları döverken çıkardığı hırçın ses, kulübenin çatısının tamir edilmeyen bir kısmından sızan suyun yere damlarken çıkardığı ritmik ses...

Hepsini aynı anda duyuyor ancak tepkisizce seyrediyordum. Yessey içeriyi ısıtmak için yakacak bir şeyler getirmeye çıkmıştı.

Belki de sadece öğrendiği şeylerden sonra biraz nefes almak, bir süre yalnız kalmak, benden uzaklaşmak istemiş de olabilirdi, ayırt edemiyordum.

"Çorbanı iç."

Rans'ın yumuşak sesi kulağımı okşadı. Benim aksime o hislerini belli etmemek için çaba sarf ediyordu, omuzları benim gibi yenilgiyle çökmemişti, suratı asılmamıştı, çenesi gerilmemişti. Daha ifadesizdi.

Benimse duyduklarımla ne kadar mahvolduğum yüz metre öteden bile kolayca anlaşılabilirdi, biri içimi boşaltmış, bomboş bir bedenden ibaret kalmışım gibi hissediyordum.

Ruhumu almaya gelmişlerdi. Beni yeniden hapsetmeye gelmişlerdi.

"Rans," diye fısıldadım. Yutkunurken boğazım acıdı.

"Buradayım."

Sanki duymaya ihtiyacım olduğunu bilir gibi, çorbasından son kaşığı yudumladıktan sonra gözlerime baktı. Belli ki onun da iştahını kaçırmıştım.

Ya da artık bir şey hissetmiyormuş taklidi yapamayacaktı.

"Nereye gideceğim ben?" diye sessizce sordum. Sesim titremesin diye zor sabrediyordum.

"Şu an herhangi bir yerin güvenli olduğunu söyleyemem. Ama bakacağız."

Durum hiç iç açıcı değildi, Rans da böyle anlarda hayalperest davranıp bana masallar anlatacak bir adam değildi.

İşte benim için yolun sonuna yaklaşmıştık. Günler geçmiş, haftalar birbirini kovalamış, burada bir ayı devirmiştim. Elbette bu kasaba beni yıllarca saklayamazdı.

Öyle de olmuştu. Beni onlara verecekti, sonumu getirecek Yuva'ya verecekti.

"Bana bak."

Rans'a bakmadım, gözlerimi masaya sabitlemiştim. Oturduğum sandalyede bacağımı kendime çekmiş, çenemi dizlerime dayamıştım.

"Bana bak Evera."

Israrına yanıt vermediğimi görünce çorba kasesini ileri itti, aslında ikimiz de Yessey'i kırmamak için itiraz etmeyip masaya geçmiştik. Çünkü Rans da iki lokma almaktan başka bir şey yapamamıştı.

Uzandı, uzun parmaklarıyla usulca çeneme dokundu. Başımı yasladığım yerden kaldırdı, yüzümü kendisine çevirdi, ona bakmamı sağladı.

Mavi gözlerinde beni sonuna dek koruyacağını haykıran alevler tutuşmuştu. Ölümcül bakıyordu

"Aklındaki her neyse onu unut..."

Dudaklarını yaladı, sesi kararlıydı, gözlerini gözlerimden çekmedi.

"O sesi sustur," diye fısıldadı. "O ses yanılıyor."

"Ama..." diyecek oldum, sesim bu kez mani olamadığım o titremeye hapsolmuştu.

"O ses hep en kötüsünü söyler çünkü," diye sürdürdü Rans. "O ses hep en kötüsünü fısıldar, akla en ölümcül olanı getirir. Ve sen, o sesi bir an önce sustur."

UNUTULMUŞ KUŞLAR GÖĞÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin