4: Asla Güvenme
Karanlık.
Bedenimin hafiflediğini hissederken sanki zihnim de uzaklara sürükleniyordu. Ruhum çekilmiş gibiydi. Boşluktaydım. Acılarımın yok olduğunu hissediyordum. Bedenim sızlamıyordu. Oysa böyle olmaması gerekiyordu, biliyordum. Tıpkı kalbim gibi vücudum da paramparçaydı. Yaralarım niçin sızlamıyordu?
Karanlık.
Göz kapaklarımın ağırlığını hissettim. Gözlerimi açamıyordum. Denedim, bir kez daha gerçeklerle yüzleşmeyi, zihnimin kuytularına inip uzaklarda bir yerde sesini işittiğim o küçük çocuğun ellerini tutmayı. Başaramadım. Elleri benden usulca kayıp gitti. Huzursuzca kıpırdandım, nefes alış verişim hızlandı, göğsümün cayır cayır yandığını, doğmamış birkaç hıçkırığın boğazımda takılı kaldığını.
O küçük çocuğun nefesinin yüzümü okşadığını...
Acıyla kıvrandım, dudaklarım titrerken günlerdir yapabildiğim tek şeye, gözyaşlarına sığınmak üzere olduğumu biliyordum. Parmaklarımı hareket ettirip yüzümü okşamak istedim.
Yüzümdeki, masum Zey'in nefesi miydi? Hayatta mıydı? Yaşadığını hissetmek istedim. Soluğu tenime çarpsın istedim. Ancak öyle olmadı. Kirpiklerimin ardına süzülmeye başlayan aydınlık kötülüklerin habercisiydi. Işığı istemiyordum. Bütün kirlerimle, günahlarımla, hatalarımla çırılçıplak görünmek istemiyordum. Kardeşimin kayıp gidişine şahitlik etmek istemiyordum. Keşke görünmez olabilseydim.
''Zey,'' diye fısıldadım acıyla. ''Zey... Bir tanem...''
Bedenimin sarsıldığını hissettim. Hareket edemiyordum ancak biri bana dokunuyordu. Vücudum bu ürkütücü dokunuşla irkilip geriye sıçrarken gözlerimi açmayı denedim. Dudaklarımdan acı bir inleme çıkarken bana dokunan parmaklar hareket etmeyi kesti. Dışarıdaki dünyaya ulaşmak istiyordum ancak ne yaparsam yapayım zihnimdeki karanlığın esaretinden kurtulamıyordum.
Küçüğümün, biricik kardeşimin siması hiç beklemediğim bir anda göz kapaklarımın altında belirip karanlığı deldiğinde kalbime feci bir sızı saplandı. Göğsüm hızla inip kalktı. Onun canını alan ok şimdi benim boğazıma saplanıp kalmış gibi soluğumu kesildi. Dudaklarım titredi, benim biricik Zey'im o parlak gözleriyle beni seyretmeye devam ederken içimi paramparça eden bir şey oldu.
Bana gülümsedi. ''Era.''
Hıçkırarak ağlamaya başlarken çırpınmaya başladım. Dudaklarımdan acı bir feryat koparken, ''Zey!'' diye bağırdım.
Bana gelmiyor, yaklaşmıyor, elini uzatmıyordu. Yalnızca seyrediyordu. Tebessümü kalbime bir hançer saplarken boğazımdan çıkan hırıltılı nefeslerin hıçkırıklarıma karıştığını hissettim. Ağlıyor, ağlıyor, ağlıyordum. Bağırıyordum. Feryat ediyordum. Biri ellerime sıkıca yapıştı. Ancak o zaman bacağımdaki korkunç sancı tekrar hissedilir bir hal aldı, o ana dek fark etmesem de parmaklarım vücudumu parçalamak istercesine tenime yapışıyordu. Elimi tutan eller buna izin vermedi.
''Gitme Zey,'' diye yalvardım gözyaşlarım arasında. ''Lütfen gitme.''
Sıcak bir el yüzümdeki yaşları silerken Zey buğulu manzaramı perdeleyen sisin içinde usul usul kayboldu. O benden bir kez daha kayıp giderken daha şiddetli ağlamaya başlamıştım. Yapamıyordum. Onu kaybetmeye dayanamıyordum. Eğer giderken yanında beni de götürseydi belki canım daha az acırdı. Oysa beni terk ediyordu.
Kardeşim bir kez daha ellerimden kayıp gidiyordu.
Hıçkırıklarım nefes almamı güçleştirince öksürmeye başladım. Bir yandan bedenimin sarsıldığı her seferde bacağımdaki korkunç sızıyı hissetmek zorunda kalıyor, bir yandan yaşamak için iç güdüsel bir savaşa giriyordum. Nefes alamayan bedenim çırpındı. Aşağıdaki sıcaklıktan tenimin tekrar kanadığını anlayabiliyordum. Islak kirpiklerimi aralamak için acılarıma direndiğimde bu defa içerideki koyu karanlığı delip geçtiğimi hissettim. Göz kapaklarımdan içeri süzülen zayıf ışık, beni usulca dışarıdaki dünyayla buluşturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNUTULMUŞ KUŞLAR GÖĞÜ
FantastikEvera Alfen. Ya da yalnızca Era. Ölümün soğuk nefesini ensemde hissedene dek etraftaki herkes kadar sıradan bir yaşam sürdüğünü zanneden o genç kızdım. Hayatta kalmak için tek kural vardı; ormandaki sınırlara adım atmayacaktım. Her şey öğretil...