18 yaş sınırlı sahneler içerecektir, lütfen okuyacaksanız bunu dikkate alarak okuyun. İyi okumalar.
***
Dudaklarıyla, dudaklarımla oynarken, ellerini bedenimde gezdirdi. Avuç içi, banyodan çıkınca hiçbir zaman kurutmadığım için kıvırcıklaşan kahverengi saçlarımda dolandı, parmak uçlarını buklelerimle sardı.
İçimde oluşan heyecanı, şefkati, sevilmeye olan ihtiyacımdan peyda olduğuna inandığım kalp atışlarımı düşünmemeye çabalayarak ağzımı araladım.
İlk öpücüğümdü belki ama yastığımı öpmeye çabaladığım anlarda pratik etmiştim. Bu nedenle fazla kötü öpüşmediğime inanıyordum.
Dili, dudağımı ıslatıp araladığım ağzıma girerken, nefesim onun ağzına doluyor idi. Ben de dilimi hareket ettirerek, diline değdirdim. Bu hareketimle iyice sertleşerek, dişlerini de devreye soktu, dişleriyle dudaklarımı ısırdı, diliyle ısırdığı noktayı ıslattı, dudaklarıyla emdi.
Ağzımdan birkaç inleme kaçarken, kalça kısmını, ne zaman bacaklarımı ayırarak açığa çıkardığım ve arasına girmesine izin verdiğimi anlayamadığım, alt kısmıma bastırdı. Hissettiğim sertlik -ki okuduğum bazı kitaplarda bahsedilen bu olayın gereksiz abartılmış pürüzler olduğuna inanırdım ama şu an hissediyor olmak bambaşkaydı- belimin kıvrılmasına ve göğüs kafesimin yükselmesine neden oldu.
O da bir inilti koyarak, kendisini bana sürttü.
Sonra, dudaklarımdan ayrıldı, boynuma yöneldi. Kafamı geriye atıp boynumda gezinmesi için boşluk açarken suratına, derin bir nefes alarak dudağını değdirdi boynuma, önce sağ nabzımın attığı noktaya bir öpücük bıraktı. Sonra sol tarafa ilerledi. Dişleriyle nabız noktamı sertçe ısırdı.
"Bir yerde, soldaki şah damarının sağdakinden birkaç santim daha uzun olduğunu okumuştum, bu nedenle bu noktayla daha fazla ilgilenmeliyim, değil mi, Hyuck-ah?" Isırığını kestiği kısa bir anda söylediği cümle, alt tarafımdaki bir yerleri kalbimle aynı hızda atmaya iterken, yutkundum.
Derken şimşekler çaktı beynimde. Eski ismimi biliyor oluşu, beni o isimle çağırırken boynumda büyüyen sırıtışı, en yükseklere çıkmış ruhumu dibe çakarken, ellerimin sırtından ayrılarak iki yana düşmesine izin verdim.
Doğruldu.
"Senden birkaç adım öndeyim, hep öyle olacağım." Dinmiş arzum ve ifadesizleşmiş suratıma kahkaha atarak baktı. Üzerimden kalkarak, kenara ne zaman koyduğunu unuttuğum şarap bardağını eline aldı.
Ben yanında öylece uzanıp geçmişle boğulurken, keyifle şarabını yudumladı.
Hayır, bu kadar kolay kaybedemezdim. Öleceksem, kaybetmiş ve gururunu yitirmiş biri olarak ölemezdim.
Ben de doğrularak oturur pozisyona geçtim. Suratıma bir sırıtış eklerken, elimi uzatıp hala şişliği inmemiş noktasına değdirdim.
Şokla kaşları kalkarken dudağını ısırdı, ona dudağımı kulağına değdirecek şekilde yaklaştım.
"Kendini bana karşı güvensiz hissettiğin için hakkımda araştırma yapman ne hoş, Mark-shi. Ama unutuyorsun, senin kaybetmekten korktuğun şeyler hala varken, benim kaybetmekten korktuğum bir bok yok." Dudaklarımı, henüz bitirdiğim cümlelerimin ardından kulağının altına değdirdim.
"Öyle mi, Ten'i unutuyorsun sanırım?" Nefesinin kırdığı sesiyle sarf ettiği kelimelerinin ardından, dudağımı yanağına değdirdim.
Küçük bir öpücük kondurdum.
"Benimle uğraşmaya kalkışma, Mark. Ten'in ne kadar b*ktan bir or*spu çocuğu olduğunu zaten biliyorum. Ölmesi veya yaşaması gram umurumda değil. Hem ölürse, en sevdiğim insanın, Ten Hyung'un, bu boktan dünyaya, bu boktan gezegene, bu boktan evrene katlanmak zorunda olmayışı nedeniyle sevine de bilirim." Dudağımı yanağından, dudaklarına indirdim.
Kelebek öpücüğü dedikleri zıkkımı kondururken iri adamın dudaklarına, elimi hala üzerinde tutup okşadığım noktadan çektim.
"Beni hafife alma. Bence başına bela olmama izin vermeden, hemen öldür beni."
Gözlerimi, kısılmış gözlerine diktim.
Öylece baktı bana.
Bir süre, aptal dizi sahnelerindeymişiz gibi bakıştık.
En sonunda böldü sessizliği, "en sevdiğin insan olduğumda, bu dünyadan siktir olup gitmek istemediğinde görüşeceğiz."
Kafamı arkaya atıp bir kahkaha salıverdim.
Açığa çıkan boynumu öptü.
"Delisin." Dedi.
Kafamı indirdim.
Tebessümle suratına baktım.
"Deli değilim, sadece yaratılmadan önce fikri alınmamış bir hatayım." Dedim.
"İstediğini vereceğim, Haechan. Birkaç ay sonra, belki o kadar bile sürmez, sonunda o çok istediğin ölüme kavuşacaksın." İfadesizleşen suratıyla söylediği her şeyi dinledim.
İçimde konuşan yaşama isteğini de dinledim. Kulaklarımı tıkamak istedim, duymamak istedim.
Sonra ölme isteğiyle yanıp tutuşan tarafım belirdi yeniden.
Ölüm diye tapınan tarafım, yaşamak isteyen tarafımı, düşünen sinirlerimin aktif olduğu her seferinde açığa çıkan bir kavgaya sokup alt ederken, kafamı aşağı yukarı salladım.
"Yalvarırım, o zaman aksini isteyecek olsam dahi öldür beni. Yalvarırım Mark."
"Tamam Haechan."
***
Konuşacak, dertleşecek birine ihtiyaç duyarsanız bir mesaj uzağınızda olduğumu bilmenizi istediğimden bu mesajı buraya bırakıyorum.
İyi okumalar☀️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm Kapanı (MarkHyuck) ✔
FanfictionMark öldürmek için yaratılmıştı. Donghyuck ölmek için Tanrısına yalvarıyordu. Yolları kesişti. Her şey değişti. "Ben ölüme aşıktım, ben göğe aşıktım. O öldürmeye aşıktı, o adalete aşıktı. Bir gece, kesiştik, tanıştık, yarımlaştık. Ben ona aşıktım, b...