Normalmişiz gibi oynuyoruz, yalan söylüyoruz.

377 50 21
                                    

Sonumuza sürükleneceğimiz 25 günümüz kalırken, Mark'ın beni yanında her yere götürüyor olmasına keyifle gülümsedim. Ölmeden önce, kalan günlerimi evde oturup kitap okuyarak değil, hoşlandığımı düşündüğüm Mark'la adaleti dağıttığımıza inandığım bir aksiyon içerisinde geçirmeye başlamıştım.

Ağzımdaki sakızı çiğneyerek naneli aromasının ağzımın içine dağılmasını sağlarken, sakızı dilim ve damağım arasında sıkıştırarak düzleştirdim, dilimin ucuna aldığım sakızı dudağıma götürüp şişirerek bir balon yaptım. Mark, silahı dayadığı kafanın ait olduğu bedenden bakışlarını çekti ve bana baktı, gözleri, büzerek balon yaptığım dudağıma odaklanıp kararırken, sırıtarak elimi dudağıma vurdum hafifçe, balonu patlattım.

Dudağıma bulaşmış sakızı ağzımın içine, dişimin ve dilimin yardımıyla aldım, Mark kafasının içinde dönen düşünceler sanki kafasını iki yana salladığında kulaklarından çıkıp gidecekmiş gibi bir hızla kafasını iki yana salladı. Sabrını zorladığımın farkındaydım.

"Kaç yaşındasın?" Mark, benden çektiği bakışlarını önümüzdeki aptala dikti. Sordu.

Namlunun ucundaki şahıs, "henüz 25 yaşımdayım, birkaç aya 26 olacağım öldürmezseniz beni, öldürmeyin," dedi.

"Sen ne düşünüyorsun Hae?" Mark, onun dediklerine kahkaha atarken bana dönüp sordu, bir yandan elindeki silahın ucuyla kafasını kaşıyor idi.

"Bilmiyorum. Mark, sence insanın yaşına ne karar verir?" Cevapladım.

Mark'ın kaşları kalktı, silahı yeniden önündeki içi boş kafaya dayarken, kafasını geriye atarak kahkaha attı.

Ama yalan değildi, anlayamıyordum. Yaşadığım yılları sayınca ulaşılıyorsa yaşıma, ben neden daha yaşlı hissediyordum?

İnsanların farklılığa nefret kustuğunu, okulda dayak yiyerek öğrendiğimde sadece 11 yaşımdaydım; yıllara sorarsanız. Ama anlamıştım. 11 yaşında, çocuk sayılırken henüz anlamıştım her şeyi; yaşamak istemediğimi dahi...

Şimdi bilmem kaç sene geçmişti üstünden, bir şairin tabiriyle parçalı bulutlu ölüm düşünceleriyle* dolu kaç sene geçmişti, sayamadım.

Öğrendiğime göre, bir ayın 17'sinde terk etmiş beni ailem. Bilmem kaç sene sonra bir ayın 17'sinde, karşımdaki Mark'ın gözlerinin içine bakarken, Mark'a sarılarak hiç görmediğim ebeveynlerime kavuşmak istiyordum.

Fark ettiğim detayla titredim. Ben artık yalnız ölmek istemiyordum; yalnızdan ziyade Mark'sız ölmek istemiyordum.

"Bayılıyorum sana," dedi Mark düşüncelerimi bölüp.

O öyle konuşurken, içinde bulunduğumuz ortama rağmen hızlanan kalp atışımın varlığını yok saymaya çabaladım.

Kapattım gözlerimi... Mark gözlerini dikip beni izliyordu, hissediyordum.

"Ben sana daha çok bayılıyorum Mark. İşimizi bitirip acilen eve gitmeliyiz bence." Arzuyla konuştum.

Ruhumun karalığına ortak oldu irislerim. Hissetmek istediğim zevkle kasıldım.

Sonra içimdeki fırtınaları aştım ve gözlerimi açtım, sakızımı çiğnemeye devam ederken kocaman gülümsedim. Mark bana baktı, sırıttı, gözleri yüzümün her yerinde dolaştı.

"Romantizminizi s*keyim ibneler! Salın lan beni, siz benim babamın kim olduğunu biliyor musunuz lan? Ödetir oğlum bunu size!" Bağırıp tepinerek, bileğine bağlı olan iplerden kurtulmaya çalıştı aptal yaratık.

Burnumu kırıştırdım.

"Kes lan babasını s*ktiğim! O şerefsiz olmasa senin gibi bir p*ç de olmazdı zaten, sıra ona da gelecek!" Dedi Mark, silahın kabzasını yaratığın omzuna vururken.

Ölüm Kapanı (MarkHyuck) ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin