Geçmişten kesitler.

314 47 12
                                    

Uyuyordum. Uyuyor olduğumu biliyordum. Uyanmak istememe rağmen gözlerimi açamıyordum.

'Sana verdiğim parayı aldın mı?' Üvey annenin sorusunu duyuyorum, karşı koltukta oturuyor, elindeki örgüyü örüyor.

'Aldım,' diyorum.

Bana olan nefretinin dozu, her geçen günle daha da artıyor. Hiçbir şey işe yaramıyor. Biliyorum, üvey ailem benden nefret ediyor.

'Nerede şimdi para? Harcadın mı?' Üvey anne yine soru soruyor.

'Evet,' diyorum. Az öncekine göre sesim daha bıkkın artık.

'Nerede harcadın?' Bu sefer üvey baba soruyor, öteki koltukta oturup televizyon seyrederken.

'Okulda.' Yalan söylüyorum. Yalan söylemeliyim, çünkü harcamadığımı bildikleri her parayı geri istiyorlar. Oysa ki benim o parayı biriktirmem lazım, bu evden gidebilmem için para biriktirmeliyim.

'İyi. Başka bir b*ka yaradığın yok zaten, anca ye, iç, uyu, s*ç.' Diyorlar, ikisi de yaptığı işten gözünü çekip nefretle bakıyor bana.

Aile? Çok soğuk bir kavram.

En az benim kadar, aileler de soğuk. Hiç gülümsemiyorlar.

Her ailede var bir görev bilinci, herkeste bir toplumsal düzene uyma çabası var.

Aile; düzenin bozulmaması için yaratılmış, birbirini sevdiğini ve tanıdığını söyleyen ama, birbiriyle ilgili bildikleri tek şeyin birkaç patlama anındaki itiraftan ibaret olduğu bir kurum.

Evlat edinildiyseniz, bunlar bile yok.

Ben düşünüyorken, görüntü değişiyor.

Şu an ruhum, oturmakta olduğum koltuktan yükseliyor, şimdi bir binanın çatısındayım.

İlk intihar deneyimime gidiyorum sanırım.

Gökyüzünde büyük bir ışık var; güneş sanırım. Güneş... Yoksa ay mı? Ay...

Anılarım puslanmış, hatırlayamıyorum.

Öylece bakıyorum, gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmış, ağlıyorum sanırım.

Bir apartmanın en üst katındayım; intihar ediyorum.

Adımımı atıyorum, boşluğun ucundayım.

Kollarımı açıyorum, boşluğun koynundayım.

Uçuyorum, ölümüme uçuyorum. Birazdan Tanrıma sarılacağım.

Derken bir kuş geliyor...

Halbuki ben bu hikayeyi deneyimlemiştim; sonu üç buçuk ay ameliyatla, dokuz aya yakın da hastanede tedaviyle geçen, makinelere bağlı bir sene...

Şimdi ise bir kuş geliyor, düşen bedenimi kanatlarından uzanan kollarıyla sarıyor. Kuşun suratı ne kadar da Mark'a benziyor...

Yükseliyoruz; gökyüzüne... Taşırken beni kucağında, bir ağacın tepesine konuyoruz Mark'a benzeyen kuşla.

Gözlerini bana dikiyor, gülümsüyor. Aniden kanatları yok oluyor, kanatları benim oluyor. Kuş tamamen Mark'a dönüşüyor. Gözlerinden bir damla yaş süzülüyor.

Ölüm Kapanı (MarkHyuck) ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin