Kaç kişi?

374 59 7
                                    

Birkaç gün boyunca eve uğramamıştı Mark. Bu süre içinde yalnız başıma evde olan şeylerle idare etmiştim. Neyse ki, dolap ağzına kadar doluydu. Evde bile yemediğim kadar çok yemiştim.

Şimdi düşünüyordum. Mark, kaçmayacağımı anladıktan sonra penceredeki tahtaları çıkarmıştı. Pencereden dışarıya bakarak düşünüyordum.

Çok zorlanıyordum artık, olduğum yaşamı yürütmek, her gün aynı monoton şeyleri yapmak ve bu dünyaya hiçbir şey bırakamayacak olmak beni delirtiyordu.

Önceleri en büyük korkum, bu dünyaya hiçbir şey bırakamadan ölmekti. Şimdi ise, bu dünyaya hiçbir şey bırakamayacak kadar vasıfsız olduğumu anladığımdan beri, ölememekten korkuyordum.

Ölmek istiyordum. Ölümü düşlüyordum. Ölmeye ihtiyacım vardı.

Bugün, köşede unutulmuş, kırık çerçevesi olan bir resim gibi hissediyordum. Cam parçaları batıyordu, canımı yakıyordu, fakat kurtulamıyordum işte.

Çok gereksiz edebi düşündüğümü fark edip odağımı televizyona çevirdim. Televizyonda açtığım Ağır Yaşamlar'ı izleyerek halime şükretmeye çalışıyordum. Ama olmuyordu işte.

Bir süre sonra kapı açıldı, Mark, elleri ve siyah kıyafetlerinin üzerinden bile belli olan kan kaplı bir şekilde içeriye girdi.

"Yemek var mı? Acıktım." Geldiği an dediği ilk cümlelerin bu olması beni delirtmişti.

Önce benim merak ettiğim şeylere cevap bulmam lazımdı. Sonra yemek yerdi.

"Kaç kişi?" Sorduğum sorunun ardından Mark bana anlamazcasına baktı. Gözlerimi devirdim.

"Kaç kişiyi öldürdün? Ve sıra ne zaman bana gelecek?" Omuz silkerken sordum.

"3 gecede 4 kişi. Sana ne zaman sıranın geleceği ise senin için bir sır." Cevapladı.

"Peki, neden ölmeyi hak ettiler? Ölmeyi hak edecek kadar ne yaptılar, söyle ben de yapayım da beni de öldür?" Yavaşça ayağa kalkıp Mark'a yaklaşırken fısıldadım.

"Mesela şu an seni öpsem, beni öldürür müsün?" Sordum, ellerimi kanla kaplı ellere sürterek gezdirirken.

"O elini çekmezsen, fazla bir şey yapmana gerek kalmadan öleceksin zaten." Dedi.

Bu sefer elimi daha cüretkarca bir yere, göğsüne değdirdim. Yavaşça aşağı yukarı okşadım.

"Hadi, öldürsene." Kulağına yaklaşıp fısıldadım.

"Ya sabır, ya sabır." Diyerek geri çekildi. "Yemeği hazırla, banyo yapıp geleceğim," dedi ve yukarıya çıktı.

Arkasından baktım. Kan bulaşmış ellerimi ağzıma götürüp yaladım. Tam o sırada arkasını döndü. Elim ağzımda kalakaldım.

"Ben gerçekten bir mazoşiste denk geldim, zaten normali beni bulmazdı." Dedi, gözlerini ellerime dikerek. Kafasını iki yana salladı.

Omzumu silktim.

"Sakın bir yere kaçmaya çalışma, bu ormandan fazla uzaklaşamazsın, biliyorsun." Dedi.

"Ölüm kollarıma gelmiş, kaçar mıyım sence?" Dedim.

Sırıttı, arkasını dönüp odasının yanındaki banyoya girdi. Bir süre sonra sert bir düşüş sesiyle beraber bir küfür işittim.

"Senin a*ına koyayım. Burayı ıslak mı bıraktın o*ospu çocuğu!"

Sanırım ölüm birazdan, ben ona gitmeden bana gelecekti.

Ölüm Kapanı (MarkHyuck) ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin