Son Çağrı Ardı Cehenneme Dönüş

279 42 4
                                    

Kafamı kaldırdım.

"Yalvarırım yardım edin, Taeyong-shi, Doyoung-shi? Lütfen..." Kapıda gördüğüm ikiliye yalvardım.

Taeyong, hızlı ve büyük adımlarla yaklaşıp Mark'ın nabız bölgesine iki parmağını yerleştirdi. Sonra arkasını döndü, Doyoung'a doğru kafasını iki yana salladı.

Bu ne demekti?

Kafayı iki yana sallamak ne demekti?

"Hayır. Yanılıyorsun, bir kez daha bak!" Bağırdım.

Bağırdığımı sandım.

"Tekrar baksana lan! Tekrar bak!" Çığlık attım.

"Haechan, üzgünüz." Doyoung, gözlerinden akan birkaç damla sıvıyla bana yaklaşırken ona tiksinerek baktım.

"Sen ne anlarsın üzüntüden! Bakmazsanız ben bakarım!" Elim hala baskı yaparken yarasına, eğilip dudağımı nabzının atıyor olması gereken her noktaya bastırdım.

Tek tek, bastırmadığım küçücük bir zerre bırakmayacak şekilde her noktaya bastırdım dudaklarımı.

Yoktu, nabız yoktu.

Nabzı neredeydi?

"Belki, damarları geriye kaçmıştır? Derisi kalınlaşmıştır? O yüzden duyamıyor olmalıyım kalp atışlarını, o yüzden hissedemiyor olmalıyım nabzını? Değil mi? Ha?" Doyoung, hıçkırarak yüzündeki yaşlara yenisini eklerken, elimle yanağımdaki ıslaklığı sildim.

Yeniden sildim.

Yeniden sildim.

Ben sildikçe ıslanıyordu, ıslanmamalıydı.

Mark'ın elleri silemeyecekse ıslaklığı, ıslanmamalıydı yanaklarım.

Yeniden sildim, yeniden, yeniden...

Taeyong, yaklaşıp ellimi tuttu, yüzüme dokundu.

"Yapma Haechan. Dur. Dur zarar veriyorsun, dur!" Dedi Taeyong.

Durmadım. Duramadım.

Ellerim saçlarıma asıldı. Artık Mark'ın öpemeyeceği saçların kafamda durmasının anlamı yoktu ki.

"Canım yanıyor," derken göğsümü dövdüm ellerimle. Mark'ın öpemeyeceği kalbimin, yerinde durmasına gerek yoktu ki...

Doyoung, hızla gelip bana sarıldı.

"Hayır sarılma! Bana en son Mark sarıldı. Onun kokusunu silme! İzini silme!" İttirdim, vurdum, ittirdim.

"Tanrım nefret ediyorum senden! Bir kez hayatımı yaşamama izin vermeyip, ellerimden her b*ku alışından! Nefret ediyorum!"

Gökyüzüne döndüm, haykırdım.

Kafamı yeniden Mark'a çevirdim.

"Kalksana Mark? Hadi sevgilim, kalksana." Mırıldandım.

Gücüm tükeniyordu, mırıldanmaktan fazlasına yorgundum.

Mark da uyanmadı zaten.

Öylece yattı.

Ben baktım, o yattı.

"Haechan, gidelim." Taeyong geldi, kollarımdan tutup kaldırmaya çabaladı.

İttim onu da, "dokunma bana p*ç! Silme sevgilimin izlerini üzerimden!"

Doyoung iyice hıçkırmaya başlarken, sertçe ona baktım.

"Bölmesene beni Doyoung. Sevgilimi izlemeliyim. Yüzünü her noktama, hafızama kazımalıyım. Unutmamam lazım, unutamam. Unutamayacağım şekilde kazımalıyım." Dedim, ileri geri hareket ettirirken bedenimi, kapının orada yatan or*spu dölünü fark ettim.

Yerdeki silahı aldım, emekleyerek leşine yaklaştım.

Silahı ateşledim, tekrar, tekrar. İçinde 11 mermi varmış. Saydım.

Her bir kurşunla ölü leşinde bir delik açılıp kan fışkırırken etrafa, silahın ucunu kafama çevirdim.

Tetiğe bastım, boştu.

Tetiğe bastım ve boştu.

Yeniden emekleyerek, son gücümle yerde yatan sevgilime ilerledim.

Sevgilimdi, değil mi?

Sevgilimdi... Ve benim sevgilim, ölüyken bile çok güzeldi.

Yüzüne baktım, her bir noktasını ezberledim.

Kaç saat geçti, sayamadım.

Zaman neydi, bilmiyordum.

Ben yaşıyor muydum, hayır yaşamıyordum.

Son çağrıyı yapmıştı Tanrı, cehennemine dönüyordum.

Ölüm Kapanı (MarkHyuck) ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin