Bir Kadeh Şarap

384 43 8
                                    

Uyandığımda başımda hissettiğim ağrıyla dişlerimi sıktım.

"Ağrıyor," diyerek yattığım yataktan hafifçe doğruldum.

"Gece nasıl uyuduysan, başın ağrıyor Haechan." Kendi kendime söylenip yataktan kalktım. Pijamalarım, aslında Mark'a ait olan pijamalar, belimden düşerken, pijamanın kollarını kıvırdım.

Hayat da böyleydi benim için, bana birkaç beden büyük geliyordu işte.

"Günaydın Mark." İçeriye girdiğimde, koltuğun üzerinde otururken bulduğum bedene günaydın dedim.

"Sana da." Dedi duygusuzca.

Dünün üzerine konuşmalı mıydık, bilmiyordum. Gerçi böyle soğuk cevaplar verecekse konuşamazdım.

"Kahvaltı yaptın mı?" Sordum, daha düzgün cevaplar almayı umuyordum.

Neden daha düzgün cevaplar istediğimi bilmiyordum.

"Yapmadım. Güzellik uykundan uyanıp hazırlamanı bekliyordum." Alay edercesine söyledi ve tek kaşını kaldırdı.

Beni deli ediyordu.

Ben de onu deli etmeye karar verdim.

"Dün geceki cesedi ne yaptın?" İki kolumu birbirine bağlayarak sordum.

"Sana ne? Karışma işime." Tısladı.

"Bana ne falan değil, o şerefsizin kanını ben temizledim. Söyle bana, nereye gömdün?" Mızmızlandım ve sordum.

"Parçaladım, kemiklerini de köpeklere verdim. Ama onlar bile yemediler o iğrenç şeyi. Anlıyor musun? Ben de yaktım, kemiklerini de öğütücüde parçaladım. Yanışını, kemiklerinin kırılışlarını sen de duymalıydın." Dedi.

Sırıttı.

Kanım donmuştu. Yalnızca gömer diye düşünüyordum...

"Anladım." Dedim ve sessizliğe gömüldüm. Daha fazla orada durmanın anlamsız olduğuna karar vererek mutfağa geçtim.

Omlet ve pilav yaparak Mark'ı sofraya çağırdım. Ağır adımlarla mutfağa girip sofraya oturdu.

Yemeğini sessizlik içinde yedikten sonra hiçbir şey demeden kalktı ve oturma odasına geçti.

Masayı toplayıp içeriye geçtiğimde, elinde bir kadeh şarap olduğunu ve onu içtiğini gördüm.

Bir süre içtikten sonra bana baktı. Uzunca bir süre gözlerini her yerimde gezdirdi. Sanki bir şeyleri aklına kazımak istercesine inceledi beni. Kendimi çıplak gibi hissetmekten alıkoyamadım.

"Ne var?" İstemsizce sordum.

"Düşünüyorum." Dedi.

"Neyi?"

"Her öldürdüğüm kişiden sonra düşünüyorum. Bu işi ben yapmasam, kim yapardı?" Şarabından bir yudum aldı. Daha sonra bardağı sallayarak içindeki şarabın dönüp, bardağın camlarına vurmasına neden oldu.

"Kimse yapmazdı." Onun şarabıyla olan savaşını izlerken gözlerimi bir an olsun oradan çekmeden cevapladım.

"Peki sence adalet denen şey, hukuk sistemi, yargı, ne bok dersen de, o verebilir miydi cezalarını?" Hayır dememe muhtaç küçük bir çocuk gibi sordu.

"Hayır," dedim ellerimi dizlerime bağlayarak kafamı da dizlerimin üstüne koyarken.

"Değil mi? Ben de öyle düşünüyordum." Rahatlamışçasına şarabının dibinde kalan birkaç yudumu kafasına dikti.

"Gelsene buraya," dedi.

Kafamı sağa eğerken, anlamamışçasına baktım.

"Buraya gel!" Bu sefer emredercesine söyledi.

Vücudum benden izinsiz hareket ederken, ne zaman onun yanına varıp oturduğumu anlamamıştım.

Ben oturur oturmaz, ellerini yanaklarıma koydu.

Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Neler olduğunu anlamıyordum.

Bir süre sonra Mark'ın dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissettim.

Önce hafif hafif emerek başladı, daha sonra sertleşerek beni yere yatırıp üzerime çıktı. Vücudunun her bir zerresini vücudumda hissedebiliyordum.

Onu itmeye çabalasam da geri çekilmedi, ben de engel olmayı bırakıp ana ortak oldum. Ellerimi ensesine çıkarıp saçlarının dibini kavrarken, öpüşüne karşılık verdim.

Artık dudaklarım bakir olarak ölmeyecektim.

Ölüm Kapanı (MarkHyuck) ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin