Yeni Bir Evre, Asıl Tanışma

376 46 9
                                    

31 gün.

Tam olarak 31 günümüz vardı; ben Ten'in ölümünü sindirmeye çabalarken girdiğimiz yeni bir evrenin ardından karar kılınmış 31 gün...

Birbirimizi tanıyarak, belki bazen sevişerek geçireceğimiz 31 gün.

Sonunda benim huzura ereceğim 31 gün.

Okuduğum bilmem kaçıncı kitabı daha bitirip odanın kenarındaki bitmiş kitaplar birikintisinin yanına fırlatırken, değişmiş olduğumu düşündüm.

Henüz kısacık bir süre öncesine kadar, bu kısa süre o haberin hemen öncesine tekabül ediyordu, kitaplara öylesine naif davranırdım ki bükülmelerine izin vermezdim.

Şimdiyse zerre umurumda değildi.

Benim dokunduğum ne varsa, yok olmaya mahkumdu.

Sonuçta benim dokunduğum her şey, en az benim kadar işe yaramaz hale geliyordu. Benim gibi çöp oluyordu.

Düşüncelerim bölündü.

Dışarıdan gelen iki el ateş sesi, geceyi bölen ışık hüzmesinin ardından işitilen gök gürültüsünün sesi gibiydi.

Ama korkmamıştım.

Sıçramamıştım.

Yataktan kalkıp sesin geldiği tarafı gören pencereye ilerledim. Mark'ın, elindeki telefonla yerde yatan bedenin fotoğrafını çekişini, telefonu cebine sokuşunu, eldivenin tekini çıplak olan eline yeniden takışını, yerdeki ölüye bir tekme savuruşunu, daha sonra ise bir el arabası getirip içine ruhu alınan et torbasını yükleyişini seyrettim.

Cesetten kurtulmak üzere gözden kaybolurken camımın önüne konan karga dikkatimi dağıttı. Ölümün uğultulu çığlıklarla bu evin üstüne çöktüğünü düşünüyordum.

Genelde güvercin veya serçe olmasına alışılan onlarca evlerden biri değildi bu ev.

Karga tünerdi her daim etrafına, evin etrafındaki ağaçların üstünde bazen baykuşlar öterdi.

Kargaya bağırdım. "Böö!"

Korkmuş olacak ki pencereyi acelece bırakarak kanat çırptı ve karşıdaki ağaçlardan birine doğru uçtu.

Sırıtırken, birazdan Mark'ın eve geleceğinin bilinciyle ıslık çala çala mutfağa indim.

Akşam üstüydü, güneş batıyordu.

Yemek yemesi lazımdı.

Boş zamanımın bol olması nedeniyle denediğim bilmem kaçıncı seferki yemeğin altını yaktım. Kenardaki buzdolabından soğuk su şişesini çıkardım.

Mark, yemek yerken yalnızca soğuk su içmeyi severdi.

"Kederli bir şekilde iç çeksem de
Nefes vermek zor
Gözyaşıyla biten bir gün
Bugün de nereye akıp gittiğimi bilmiyorum
Gitgide korkuyorum, bütün gün
Sonu olmayan yalnızlığımı tutup
Serap gibi rüyalarımı
Gözyaşlarıyla silsem bile
Her şey paramparça olup yiterken
Geri dönüşü olmayan anılarda duruyor
Giden her şeyim, geri döndürülemeyen umudum
Sonunda başaramadığım hayalim
Tamamı parçalanmış kalbim
Sönen ışığım, yolunu kaybetmiş kayıp hayatım
Bir daha hissedemeyeceğim bu zaman
Kalan son hatıram*"

Aklımda çalan şarkıyı kendi sesimle mırıldanırken, sofrayı kurdum.

Mark'ın az önce bilmem kaçıncı kişiyi öldürmüş olduğu, o kişinin kalıntılarından kurtuluyor olduğu umurumda değilken, yarına uyanamam umarım düşünceleriyle şarkıyı mırıldanarak sadece sofrayı kurdum.

Ölüm Kapanı (MarkHyuck) ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin