《¤》
Lucy Rosier, uzandığı yatakta dizlerini kendine doğru çekmişti. O kadar kötu hissediyordu ki sonsuza kadar uyumak istiyordu.
Evan onu küçüklüğünden beri görmediği amcasının evine getirdiğinde adam bu duruma oldukça şaşırmıştı ama Lucy'nin beklediğinin aksine kıza oldukça sevecen davranmıştı. O ve yengesi neredeyse bu duruma sevinmiş gibilerdi.
Ona bir oda verdiklerinde Lucy hiçbiri ile konuşmayıp kendini yatağa atmıştı. Ne kadar saattir buradaydı bilmiyordu. Belki bir gün ya da iki gün...
Şimdi kapısının önünde sesler duyuyordu. Yengesi biriyle konuşuyordu. "Onu buraya getirdiğine sevindim Evan. Sonuçta babasının bir kanı bozuk olması onun suçu değil. Bir Rosier olarak usulünce yetiştirilmeyi hak ediyor. Kanına bağlı ve ailesine sadık bir şekilde."
Lucy kendini her şeyden o kadar vazgeçmiş gibi hissediyordu ki kadının, babası hakkında söyledikleri umrunda bile değildi. Evan'ın her zamanki kendinden emin sesi duyuldu. "İyi. Benim gitmem gerek.Kendini falan öldurmediğinden emin ol."
"Siz ciddi misiniz?" Bu sefer konuşan Felix'di. "Kendini oldürmeden önce seni öldürürse hiç şaşırmam Evan. Onun babasını öldürdün."
"Beni öldürmek öyle kolay değildir." dedi Evan. "Hem ben olmasaydım Bellatrix ve şu psikopat Rowle onu orada çiğ çiğ yiyebilirdi."
Felix'in sinirli homurtuları duyuldu. Lucy'nin yengesi birkaç şey daha dedikten sonra sesler kesildi. Genç kız bunları kafasından atmaya çalışarak tekrar uykuya daldı.
Uyandığında sürekli kabuslarla boğuştuğu için nefes nefeseydi. Güneş fazlasıyla yükselmişti. Çekili siyah perdelerin ardından ışık hafifçe sızıyordu. Lucy odayı incelemeye başladığında istemeden yüzünü buruşturdu.
Çift kişilik yatak koyu renkli çarşaflara bürünmüştü. Odanın yeşil duvarlarına ürkütücü tablolar asılıydı. Maundan yapılma bir çalışma masasının üstüne kitaplar diziliydi. Onun hemen yanında eskimekten düşmeye yüz tutmuş bir abajur vardı. Deriyle kaplı tek kişilik koltuk dekora katkı sağlamaktan çok bozuyordu.
Genç kız odayı hiç sevmedi. Babasıyla yaşadığı evinin odasında hiçbir şey bu kadar karanlık değildi. Sürekli bir yerlerden sihirli yaratıkları çıkardı. O siyahi sevmezdi. Neredeyse hiç siyah giysisi bile bulunmazdı. Renkli bir ruha sahipti. Ama tüm bu yaşananlardan sonra ruhuna bir daha hiç doğmayacak bir karanlık çöktüğünü hissediyordu.
Biri kapıyı çalınca kafasıni kaldırdı. Yengesi gülen bir yüzle içeriye girdi. "Tatlım."dedi. "Birkaç arkadaşın seni görmeye gelmiş."
"Ne?"dedi Lucy kaşlarını çatarak. Bu en son beklediği şeydi
"Evet tatlım davet ettim ama içeriye girmediler. Bir bak istersen."
Lucy uçarcasına yataktan indi. Yengesini geçip merdivenleri inmeye başladı. Uzun koridordan sonra kapıyı açtığında karşısında Riley'i görmesiyle arkadaşına sarılması bir oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Marauders And Riley Quinn
FanfictionRiley sihirli dünyaya geldiğinde gizemli olaylar silsilesinin yakasını bırakmayan bir lanet gibi peşinde dolaşacağını düşünmemişti. 1975 yılının Hogwarts zamanında onu muhteşem arkadaşlıklar, eğlenceli anlar ve çözülmesi gereken sırlar bekliyordu. ¤...