"Yarın kampa gidiyormuşuz, eğitim için." dedi yanımıza çöküp oturan Fırat. Kamp güzel olabilirdi, tabi ki normal kamplar gibi değil sadece eğitim görüyorduk. Ama biraz kışlanın dışına çıkıp ormanlık arazide daha özgür dolaşmak iyi gelebilirdi.
"Tarık komutan da geliyormuş, yorgunluktan ölmezsek iyidir." ismini duyduğum anda, kalbim hızlandı. Sabahtan beri kendime engel olamayarak gözlerimle sürekli onu arıyordum. Görme ihtiyacı hissediyordum.
Ayağa kalkıp bahçenin ortasına doğru yürürken, diğerleri beni çok da umursamadı. Tek amacım şuan o sinirli suratı görmekti. İki aydır burdayım ve bu kadar heyecanlı uyanmamıştım bir güne.
Tarık komutanın odasına doğru sakin adımlarla ilerken neden onun yanına gidebilirim ki diye düşünüyordum. Bahane bulamayınca akışına bıraktım. Odasının önüne geldiğimde kapıdan bir asker çıktı ve başıyla bana dostça bir selam verdi. Ben de gülümseyerek karışılık verdim.
Derin bir nefes alıp düşünmeye fırsat vermeden kapıyı çalıp içeri girdim. Elimde ki şapkayı çıkarıp kolumun altına koydum ve ayağımı aynı hizzaya koyup selam verdim. Komutan yine birkaç dosya ile ilgileniyordu. Kafasını bile kaldırmadı.
"Söyle." dedi sert bir şekilde. İyi de ne söyleyeceğimi bilmiyordum ki. Birkaç saniye öylece durdum.
"Yarın eğitime gidecekmişiz..." dediğimde kafasını kaldırıp bana baktı. Bakışında ki sert ifade bir an kaybolsa da yeniden aynı sertlikle bakıyordu, devam etmemi bekliyordu. "Siz de eğitime gelecek misiniz?" diye sordum sanki az önce cevabı arkadaşlarımdan öğrenmemişim gibi. Sadece bugün sabahtan beri hiç ortalıkta görmediğim için göresim gelmişti.
"Evet, ben de geleceğim." dedi mesafeli bir sesle. Kafamı salladım ama hemen çıkmak istemiyordum. Bana bakıp neden burada duruyorsun gibi bir ifadeyle kafasını salladı.
"Bir şey mi söyleyeceksin asker?" bu adam hep böyle sert olmak zorunda mıydı.
"Hayır komutanım, giydiyorum şimdi." dedim ve komutan kafasını salladı. Dudaklarımı büzüp dışarı çıkarken beni izlediğini biliyordum. Aman neyse ne, görmüştüm sinirli şerefsizi o yetti şuan.
----
"Oğlum pencereleri kapatın götümüz dondu lan!" dedim yorganı kafama geçirerek.
"Lan pencereler açık değil ki, buranın kaloferini açmamışlar." dedi ranzanın üstünde ki Mardinli. Kaşlarımı çattım. Ayağa kalktım, sinirlenmiştim.
"Nasıl açmamışlar, yarına kadar ölürüz biz." dediğimde birkaç kişi bana hak verirken homurdandılar ve küfür savurdular. Yatağın kenarında ki postalımı giyinip, dolabın içinden bir hırka aldım. Halen ayakta olan ve birbirinin ranzasında donarak muhabbet edenler vardı. Yine isyancı kişiliğim ağır basmıştı. Muhtemelen yarına açarlardı ama bir gün boyunca dişim takırdayarak uyuyamazdım.
Koğuştan çıkıp ilerlediğimde asteğmenin odasına girdim ama kimse yoktu. Muhtemelen gitmişti, nöbetçi çavuşun yanına giderken merdivenin başında Tarık komutanı gördüğüm an ciddi bir şekilde durup selam verdim. Kaşları çatık bir şekilde yine bana bakıyordu.
"Bu saatte, bu kılıkla ne işin var burda asker." dedi merdivenlerden yavaş yavaş bir şekilde inip yanımda dururken.
"Komutanım nöbetçi çavuşa bir şey söylemem gerekiyorda." dedim ifadeli bir sesle. Ne yani? Sabah benle ilgilenmediği için tripli davranıyordum? Yüzümü buruşturdum kendi kendime.
"Bana söyle." dedi sakince. Gözlerim sonunda gözleriyle birleşince başımı dikleştirdim.
"Dün ve bugün hava oldukça soğuk, halen kaloriferler yanmamış. Muhtemelen soğuktan hasta olacağız. Kaloferi açmasını rica edecektim." dediğimde halen ifadesizce yüzüme bakıyordu.
"Koğuşuna geri dön, ne zaman açılması gerekiyorsa o zaman açılır." dedi acımasız bir şekilde. Sinirli bir şekilde baktım.
"Donuyoruz?" dediğimde bana doğru bir adım attı. Ne zaman ona karşı çıksam sinirleniyordu.
"Kurallar?" dediğinde kafamı kaldırıp mavi gözlerine baktım. Yeniden nefesim hızlanmıştı. Askeri üniforma ile daha da bir karizma duruyordu. Ama sinirlenmiştim.
"Ölürsek, kurallarla gömersiniz bizi." dedim ve hiçbir saygı belirtisi olmadan yanından geçip giderken kolumdan tuttu. İyi ki bu katta kimse yoktu.
"Senin karşında komutanın duruyor!" sesi ölüm kokuyordu ama sessizce söylüyordu. Eğilip yüzüme bakıyordu. Kafamı dikleştirip yüzüne yaklaştım. Şimdi nefesi değiyordu yüzüme. İçim titremişti.
"Görüyorum..." dedim sırıtarak sarhoş bir şekilde, bilerek nefesimi onun dudağına doğru iterken yüzünde ki sert ifade gitti.
"Sen ibne misin?" diye sorunca daha da bir güldüm. Benden yaşça büyük olan ve en önemlisi komutanım olan adama daha da yaklaştım.
"Diyelim öyleyim, ne olacak?" dedim aramızda iğne ucu kadar mesafe vardı. Sarılmak gelmişti birden içimden. Birkaç saniye durdu öylece, daha sonra bir adım atıp yüzünü buruşturarak bana baktı.
"Koğuşuna geri dön asker."
"Emredersiniz komutanım." dedim sırıtarak. Bana sinirli bir şekilde bakan komutana selam verip koğuşa doğru ilerledim. Ben gelene kadar herkes yatmıştı. Gülümseyerek üzerimdekileri çıkardım ve yorganın altına girdim.
Daha uyuyamamışken yorganı üzerimden atıp nefes aldım. Terlemiştim, kaşlarım çatılırken acaba hasta mı oldum diye düşündüm. Ayağa kalkıp pencereye doğru gidince kalofere elim değdi ve anında çektim. Beklemediğim sıcaklık ile kaşlarım çatıldı, daha sonra ise dudaklarımda bir sırıtış belirdi.
Umarım beğenirsiniz, ve Kuzey belli ama Tarık'ı halen bulamadım. Kendiniz hayal edin istiyorum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOMUTAN
ChickLit[TAMAMLANDI] +30 yaş üstü. BDSM, Fantazi dolu bir kitaptır. Etkilenecekler lütfen, yalvarırım okumayın. O sert, disiplinli bir komutan. Ama Er Kuzey Yıldırım, disiplinden nefret ediyor.