EREL timi çıktı önce. Ardından da MERGEN. Ve son olarak da ben. Arabama binerek hava alanına sürdüm. Uçağımın kalkmasına pek fazla vakit kalmamıştı. Anons sesi ile gerekli alana ilerledim. Bavulumu teslim etmiştim. Silahım sorun çıkartmamıştı. Büyük olasılıkla istihbarat elemanı olduğumdan dolayı anlayış gösterilmişti. Ya da gösterilmesi sağlanmıştı.
Uçaktan inme zamanım geldiğinde tereddüt etmeden inmiş ardından da hava alanından çıkış yapmıştım. Şu anda ise bana verilen eve doğru ilerliyordum. Sağımda sağlık ocağı solumda ise askeri karakol vardı. Tam karşımda ise okul. Tereddüt etmeden evden içeri girecekken arkamdan "Doktor hanım" diye bir ses duydum. Ve ne yazık ki bu sesin kime ait olduğunu adım kadar iyi biliyordum. Yüzbaşı Kamer Gökdeniz KAYAOĞLU. Harp okuluna ilk başladığım dönemden, çocuk askerlerin döneminden. Namı diğer Demir Yüzbaşı.
"Sizi beklemiyorduk doktor hanım" dedi. Sesindeki ima o kadar komikti ki arkadaki erler ne olduğunu anlamasalar da gülmemek için kendimi zor tutuyorlardı. "Demir yüzbaşı" dediğimde ise askerlerin surat ifadesi değişmiş şu anda da onların surat ifadesi gülünecek haldeydi. Onu herkes Demir Yüzbaşı olarak tanımazdı. Yani en azından basit bir doktor onu bu şekilde tanımazdı. "Prenses" diyen Kamer'e hızla yaklaşarak sımsıkı sarıldım. "Delim" diye bana sarılırken ben de ona daha bir sıkı sarılmıştım. Çocuk asker aslında o kadar özel bir şeydi ki farkına varamıyordu kimse.
Kamer asker olarak kalmış olsa da ben istihbaratçı olarak yoluma devam ettiğimden askeri eğitimin yanı sıra tıbbi eğitim de almıştım. Bu nedenle biraz ayrı düşmüştük. "Nasıl gidiyor yüzbaşım" dedim. Gülümseyerek "Aynı prenses seni sormalı. Ne işin var senin buralarda" diye sordu. Gülümsedim ve ona baktım. Gözlerini pörtleterek "Hadi canım! Senin manyaklar nasıl izin verdi" diye sordu. Burukça gülümseyerek "Burada olduğumdan bihaberler. Unuttun mu Demir Yüzbaşı" dedim. O da gülümserken beni kendine çekerek sımsıkı sarıldı.
Lakabım prensesti. Çünkü onlarca çocuk asker arasında sadece 5 kız vardık. Hepimizde prensestik. Oradaki erkeklere emir vermek için yetiştirilmiştik. Ancak hiçbirimiz normal birer asker olarak kalmamıştık. Doktor da vardı aramızda mühendiste. Ama görevimiz aynıydı. Ülkeyi korumak. Çocuk asker özeldi. Özeldi çünkü çok küçükken öğrenmiştik biz bir olmayı. Can olmayı. Kan olmayı. Arkanı döndüğünde her zaman birini görmeye alışıyordun çocuk asker olunca.
Ama en önemlisi vatan için canını ortaya koyduğunda kan kusup kızılcık şerbeti içtim demeyi öğreniyordun. Acının tek ilacının milletinin istiklali olduğunu öğreniyordun. Bağımsızlığın ne demek olduğunu öyle bir anlıyordun ki kimseyi gözün görmüyordu. Atatürk'ü anlamıyordun. Kabinde, ciğerlerinde, damarlarında akan kanda, ruhunda hissediyordun. Mustafa Kemal'in askeriyim derken öyle gururla kan pompalıyordu ki kalbin, öyle bir heyecan yaşıyordun ki ruhunda iyi ki diyordun "İyi ki TÜRKÜM" diyordun "İyi ki Mustafa Kemal ATATÜRK'ün askeriyim" diyordun. Asker olmak zordu vesselam. Ancak Türk askeri olmak daha da zordu. Çünkü Türk askeriysen pes etme şansın yoktu. Başarısız olma şansın yoktu. Tıpkı zamanında yapılan planda gayet de başarılı olunduğu gibi.
Kadın timi KARDELEN. Beş kadın askerden oluşan dünyanın en tehlikeli timi. Ancak bu tim kısa sürede NATO'nun kulağına gitmiş görevlerimiz iptal edilmiş bizi de farklı timlere dağıtmışlardı. Benim şansıma MERGEN düşmüştü. Kardeşim dediğim dört aslan yürekli adamla aynı time düşmüştüm. Her zaman birbirimizin arkasını kollamış birbirimiz için savaşmıştık. Allah'a çok şükür şehit vermemiştik. Ama çok şehit görmüş, uğurlamıştık. Yeri gelmiş kalbimizi, ciğerimizi bırakmıştık onlarla. Ama en önemlisi birbirimizden ayrı kalmamıştık. Yani şu an olduğu gibi ufak tefek ayrılıklar elbette yaşamıştık. Ama genel anlamda birdik.
Her şey bir yana KARDELEN timi bambaşkaydı. Çoğu zaman ülke içinde bulunmamız bile yasaktı. Tabi kim olduğumuz bilinmediği için sıkıntı da çıkmıyordu. Ama yine de lafta sözde yasaktı. Bizde sözde uyuyorduk.
Kamer'den ayrılınca yavaşça evi işaret etti içeri girmem için ardından da askerlerine döndü. "Çocuklar siz karakola girin ben de doktor hanımı yerleştirip geliyorum" dedi. Askerler ise emredersiniz komutanım dedikten sonra karakola girdiler. Biz de eve. Kamer dikkatle gözlerime baktı. Ardından "Öt bakalım koca kafa" dedi. İstemsizce güldüm. Ardından derin bir nefes aldım. Kamer burukça gülümsedi. Anlamıştı. "Gizli görev" dedi. Ardından ortamda sessizlik oluştu. Gizli görevdi. Hakkında konuşmazdık. Sadece aramızdaki sessiz bir onaydı.
"Kendini tehlikeye atma prenses. Seni bulacağız diye KARDELEN toplanırsa boku yeriz. Tamam resmiyette sınırdalar ve gelemezler. Ama burası sınıra çok da uzak değil bilesin" dedi. Ardından ikimiz de güldük. Çünkü şu bir gerçekti ki istersek dünyanın diğer ucunda olalım MERGEN, EREL, GÖKBÖRÜ, PİRANA veya ANKA timlerinden herhangi biri ağır tehdit altına girerse diğer timler gelirdi. Ve bu nedenle işimizi düzgün yapardık. Çünkü her toplandığımızda ceza yiyorduk. Ama bünyemiz alışkın olduğundan cezalara pek bir tepki vermiyorduk. Ama ne olursa olsun tüm timler kadınlar konusunda hassastı. Ne olursa olsun biz onların prensesleriydik.
EREL ve ANKA hariç tüm timlerde birer kız vardı. Çünkü hiçbirimiz JÖH istemezken Evla ve Karem PÖH'ten vazgeçmemişti. Aklıma gelen anılarla gülümserken Kamer bana gülümseyerek bakıyordu. "Yardım ya da müdahale etmem gereken bir durum var mı" diye sordu. Başımı olumsuz anlamda salladım. Ardından "Bir şey olursa doktorum ayrıca beni alırlarsa müdahale etmek yok ve son olarak beni tanımıyorsun komutan ona göre" dedim. Bıkkınca nefes alıp verirken "Yem mi olacaksın" dedi.
Sinsice sırıtarak "Kim av kim avcı belli olmaz bilirsin hele ki karşındaki bir kadınsa. Bunu iyi bilirsin KAYAOĞLU" dedim alayla. Gözlerini devirirken "İyi ki bir düştük sizin avınıza hanımefendi. Ayrıca o zamanlar henüz on altı yaşında bir ergendim. Ve kabul et Görkem her zaman güzel bir kızdı" dedi. Gülümseyerek onayladım. Görkem güzeldi. Çok güzeldi. Havacıydı Görkem. Ve G kuvvetinin etkisindeyken onu görmemiş olsam kusursuz olduğuna inanırdım. Ama G kuvveti işte. Kusursuz olarak nitelendirdiğimiz insanı dahi maymuna çeviriyordu.
Ayaklanan Kamer'e baktım. "Ben karakola geçiyorum prenses. Bir şeye ihtiyacın olursa gel. Görkem, Haktan, Kayaç ve Mehmethan birkaç gün içinde Azerbaycan'dan dönerler sanırım. Ama ben buradayım ve ne olursa olsun NAMLU timi arkanda unutma. Ne olursa olsun yirmi dört kişilik bir aile her zaman arkanda" dedi. Gülümsedim önce. Ardından kendimi tutamayarak kollarımı açarak ona sarıldım. "Ne olursa olsun Namlu timi bırakmaz işin ucunu unuttun mu Kayaoğlu" dedim.
O da gülerek "Ben unutmadım ama sanki sende biraz bunama başlamış Açina hanım" dedi. Ayrılırken alnıma bir öpücük kondurdu. "Dikkatli ol" diyerek evden çıktı. O çıkınca ben de evi incelemeye başladım. 1+1 bir evdi. Bana yeter de artardı bile. Küçük mutfağa girdiğimde ben gelmeden önce doldurulduğunu anlamak zor olmadı. Ufak bir tencerede tavuk suyu çorbası yaparken yarın çarşıya çıkıp Kamer için kuzu işkembesi almayı aklıma kazıdım. Kendisi işkembe hastasıydı. Ancak dışarıdan pek içemezdi. Daha doğrusu askeriye de dahil çoğunlukla konservelerle beslenirdi. Takıntılı insandı Kamer. Gerçi hangimiz takıntılı değildik ki. Bazen ufak tefek ayrıntılarda kaybolurduk.
Yemek yedikten sonra yerime yerleşerek kahvemi içtim. Gece saat on ikiye gelirken temiz çarşaflarımı serdiğim yatağımda uyumaya başladım.
Sabah bile diyemeyeceğim bir saatte kapım kırılacakmış gibi çalınmaya başlamıştı. Kapıya doğru ilerlerken bir yandan da gizli hattan MERGEN'e mesaj bırakmaya çalışıyordum. Tam onaylayacakken aldığım darbe ile yerle buluşmam bir olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AÇİNA
ActionTürk ne zaman vazgeçerdi? İşler zorlaşıp yokuşa sürdüğünde mi? Zaten yüzyıllardır zoru yapmıyor muydu? Öyleyse imkansız olduğunda mı? Türk askeri zaten imkansızı yapmıyor muydu? Türk vazgeçmezdi. Çünkü Türk: "MUHTAÇ OLDUĞU KUDRET DAMARLARINDA Kİ ASİ...