Biz kahkaha atarken en beklemediğimiz şey oldu. 7. kattaki camın penceresi pat diye açıldı. Herkes korkuyla silahına sarılırken ben ve Ali binbaşı yerimizdeydik. Gelenin yöntemine bakarsak kim olduğu ve neden geldiği açıktı.
Herkes silahlarını kaldırmış gelen kişiye nişan almışken Ali binbaşının vur emrini bekliyordu. Ama Ali binbaşı onların beklemediği bir şey yaptı. "İndirin silahlarınızı" dedi. Herkes şaşkınca Ali binbaşına bakarken bakışlar bana da döndü.
Ali binbaşı "Hoş geldin yenge" deyince herkes şaşkınca kafasında ki kar maskesini çıkarta kadına baktı. Anneme. Bu kadın muhteşemdi. Asal, Asel Uzel ve Arel şaşkınca "Anne" derken ben anneme sarılmış gülüyordum. Annem de gülerek "Merhaba çocuklar. duydum ki havadan taarruz da gerekliymiş size" dedi. Hepimiz gülerek onayladık annemi. Aniden bana döndü. "Uzay. Kızım. Gitmen gerekiyor" dedi.
Burukça gülümseyerek onayladım. "Neyle" dedim. Tekrar gülümsedi "Anka" dedi. Yüzümde oluşan gülümseme o kadar içtendi ki küçük bir çocuğa çikolata verilmiş gibi. Anka... Benim biriciğim. "O zaman ben kaçar" dedim. Annem durdurdu. "Ali binbaşının yolladığını söyle" dedi. Başımla onayladım. Ama Ali binbaşı "İlla ki başımı derde sokacaksın öyle değil mi yenge" dedi.
Annem ise gülerek "Bunu üçüzlere hamileyken laf atmadan önce düşünecektin Ali efendi" dedi. Annemin dediğine hepimiz gülerken abimler ve ikizler geldi. Hepimiz sarıldık. En sona Arel abim kaldı. "Bana bak bücür başını belaya sokma demeyeceğim. Başını kendine zarar vermeyeceğin belalar aç. Ve mümkünse belalarını insanlardan uzak tut" dedi. Gülümseyerek "Çalışırım" dedim. Ardından herkese hitaben "Hakkınızı helal edin" dedim. Herkes burukça gülümsedikten sonra onayladı. El sallayarak çıktım.
Bu odadan çıktıktan sonra tektim. Zaten hep tektim. Ama yalnızsam göbek adımı kullanırdım. Açina. Yani daha Türkçesi Asena. Motoruma atlayıp askeriyeye doğru sürmeye başladım. Askeriyenin girişinde gördüğüm Burak ile sırıttım. Bu çocuğu sinir etmeye bayılıyordum. Kimseye bir şey demeden hangara girdim.
Fırat abiye dönerek "Abi Ali binbaşının emri. Anka'yı hazırlarsan kaçarım" dedim. Başıyla onayladı. Her şeyi halledip Anka'ya atladım. Ardından arka koltuğa geçen Burak'ı fark ettim. "Hayırdır Burak" dedim. O ise sırıtarak "Hiç hayır değil değişik. Zorla gönderiliyorum" dedi. Güldüm ve "Yaşlanmışsın be Burak . Eskiden olsa göndermiyorlar diye şikayet ederdin. Bir de şimdiye bak" dedim.Kendine o da konduramamış olacak ki suratını buruşturdu. Ardından "Bu ben olamam" dedi. Ben de başımla onaylayınca gülümsedi. Ben de gülümsedim. Ardından son kez Fırat abiyle selamlaştım. Ve kontrolleri yapıp F-4 ile kalkışa geçtik.
Geldiğimiz yer Diyarbakır havaalanıydı. Buradaki sivil ve askeri havaalanı aynı yerdeydi. Bizim için ayarlanmış olan aracı gözüme kestirip araca atladım. Direkt ezbere bildiğim bir yere sürdüm. Mergen duraklarından birine. Yanımda Burak vardı. Ama önemsemedim. Ardından yerime geçtim. Eve girince soba bacasını çıkarıp açtım. İçinden uydu telefonu bilgisayar vs. ne varsa çıkardım. Ardından annemi aradım.
"Komutanım geldim" dedim. Annem o güzel sesiyle "Onunla beraber misin hala" diye sordu. "Evet" dedim. Annem derin bir nefes aldı. Ardından "Yarın öğlen saat üç gibi büyük olasılıkla bir gurup geçecek oradan Türkmen" dedi. O durdu. Ama o durdu ya ben anladım durumun önemini. Annem emir verirken kolay kolay susmazdı.
Ardından devam etti "Ali Mergen'e ulaşmaya çalıştı ama yapamadı" derken sözünü kestim. "Anne ben bulurum onları. Sonra da Türkmenleri getiririm. Siz merak etmeyin. Türk Türk'ü her daim kurtarır" dedim. Annem derin bir nefes aldı ve "Uluç yüzbaşı" dedi. O sustu ben sustum. Sonra da telefonu kapattık zaten. Ardından Burak'a döndüm. "Eee Gölge hadi bu GECE gidip biraz KARA TİLKİ avlayalım" dedim. Burak kahkaha attı. Ardından da "Mergen toplanıyor desene" dedi. Ayaklanıp evden çıktık.
Burak "Eee ilk önce hangisi" dedi. "Tilki'yi bulalım ilk önce. Malum işimizi kolaylaştırır" dedim. Burak da güldü ardından "Onu bulursak tabi ki kolaylaştırır. Ama unutma ki adam muharebe uzmanı" dedi. Güldüm ve "Unuttuğun bir şey var yakışıklı ben de bir bordo bereliyim. Ve istediğimi alırım" dedim. Burak da güldü. Mazıdağı'na doğru yola çıktık.
Tilki her türlü hayatta kalırdı. Ancak hobisi mağaralardı. Manyaktı herif. Gider kendine bir mağara bulur oraya yerleşir. Sahiplenir. Sonra oraya teröristler bulur. Onlar Tilki'ye yani Alper'e zarar vermeye çalışırlarken hepsi kendilerini hapiste bulurlar. Yani bizim Tilki kardeşte az değildi. Zaten rahat durmayı sevmez ama o ayrı konu.
Mağaraya bakıp içeri girecektim ki vaz geçtim. Bizim ki yine iş başındaydı. Şerefsiz kahve yapmış. "Bir bardak da bana koysana aslan parçası" dedim. Demem ile de Alper şok içinde bana döndü. "Hadi canım! Kurşun! Gölge! Ne işiniz var lan deliler burada?" dedi. Önce güldüm. Ardından "Ekip lazım genç" dedim. Başıyla onayladı. Bir süre bana boş boş bakınca dayanamayarak "Hadi lan mal mal bakma suratıma kalk KARA ve GECE'yi bulacağız daha" dedim.
En sonunda mağaradan indik. Şimdi sıra KARA yani Turan efendideydi. Alper'e dönerek konuşmaya başladım "Nerededir bizim deli" dedim. Alper gülerek ileride ki tarlayı işaret etti. "Kendini kamufle etme işini yanlış anladı gerizekalı yine. İçeride. Sözde köylü. Burada tarlası. Ve evet karpuz, üzüm vs. yetiştiriyor" dedi. İstemsizce güldüm.
Tarlaya girip melodik bir şekilde ıslık çaldım. Direkt olarak pencereden kafasını çıkartıp bana ıslıkla cevap verdi. Ardından bize doğru koşmaya başladı. Sımsıkı sarıldı bize. En sonunda ilk sarıldığı bana geri döndü ve belimden tutup kaldırdı. Birde öyle sarılıp döndürdü. Deli diye boş yere demiyordum ben bu çocuğa.
Yere inince "Tarlandan ayrılabileceksen gidiyoruz" dedim. Güldü ve "Tarlaya tek başıma bakmıyorum be güzellik" dedi. Ardından gülerek yola devam ettik. Bizimkilere dönerek "Eee sona kalan dona kalır. GECE nerede" dedim. Turan güldü. Ardından da "GECE bey isminin hakkını veriyor. Sadece geceleri dışarıda. O da köye inen teröristleri indirmek için nöbette. Allah'ın delisi yüzünden köy korucuları bir işe yaramadıklarını düşünecekler. Adamlara iş kalmadan bizim deli indiriyor" dedi. "O zaman geceyi bekleyelim" dedi Turan. Başımı olumsuz anlamda salladım ve "O kadar zamanımız yok ne yazık ki" dedim.
Ýleride ki işaret ederek "Ve zaten ben onu buldum" dedim. Bizimkiler şok içinde bana bakarken ben işaret ettiğim eve doğru ilerlemeye başladım. Bu çocuk tam bir saftı. Hangi asker kendini gizlemek için kaldığı eve uydu anteni koyardı ki? Ah pardon bunu yapabilecek tek asker benim deli arkadaşımdı. Kapıyı çalınca açılmadı. Salak evde takır tukur sesler çıkartıyor. Sonra da evde yokmuş taklidi yapıyor. Kapıyı kendi yöntemlerimle iki saniyede açıp içeri yönelirken "Selam aşkım" diye bağırmayı da unutmamıştım tabi ki.
Beni görünce yüzü şekilden şekle giren Buğra'ya kahkaha atarak baktım. Ardından da "Naber canım" diyerek koltuğa yayıldım. Ardımdan da üç deli daha içeri girip aynı hareketi yapınca Buğra düzelememişti. Güldüm. Ardından ciddileşerek "Görev var MERGEN. Geri dönüş zamanı. Toparlayın oyuncaklarınızı. Çıkartın baltaları. Bu sefer Türk Türkmen'e yardıma gidecek. Uluç komutan ve himayesinde ki Türkmenlerin başları dertte. Geçen seferden kalma bir borcumuz vardı beyler. Hesap vakti. Bu sefer hesapları kapatan adamlar olma vakti. Hazırsanız gidiyoruz MERGEN"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AÇİNA
AkcjaTürk ne zaman vazgeçerdi? İşler zorlaşıp yokuşa sürdüğünde mi? Zaten yüzyıllardır zoru yapmıyor muydu? Öyleyse imkansız olduğunda mı? Türk askeri zaten imkansızı yapmıyor muydu? Türk vazgeçmezdi. Çünkü Türk: "MUHTAÇ OLDUĞU KUDRET DAMARLARINDA Kİ ASİ...