Hastaneye gelmiştim. Bu sefer isteğe bağlı bir konu değildi. Görevimin başına dönmeliydim.Girdiğim anda karşımda beliren Van kedisi kılıklıya şaşkınca baktım. Ancak beni daha da şaşırtan şey aniden sımsıkı sarılışıydı. "Ne oluyor ulan" dediğimde onun da bu hareketi yapmayı beklemediği suratından belli oluyordu. Ancak umursamadım. Daha doğrusu umursayamadım çünkü bu sefer de Irmak ve Canset hızla sarılmışlardı.
Canset "İyisin değil mi Asil" diye sordu. Önce başımla onayladım. Ardından da "İyiyim de size ne oldu hanımlar" dedim. Onlar da birbirlerine baktılar ve en sonunda bu durumdan sıkılmış olan Van kedisi kılıklı "Gitmeden önce en son vurulmuştun Asil" dedi. Başımla onayladım ve dudağımı hafifçe kıvırarak "He o mu? İyiyim ya sıkıntı yok" dedim. Onlarda gülümsedi.
Biraz daha sohbet ederken birden Mirza'nın suratı asıldı. Birkaç saniye sonra ise belime sarılan kolları hissettim. Normalde tepki verirdim ancak sarılan kollar Hazar'a aitti. "Selam bebeğim" dedi. Yanağını öptüm. Ve kulağına doğru yalnız ikimizin duyabileceği şekilde "Selam ağabeycik" dedim. Gülerek tekrar yanağımı öptü. Pardon sömürdü."Ulaş seni soruyordu bir uğra yanına melek" dedi. Ve yanımdan ayrıldı. Bende Cansetlere dönerek "Ben bir Ulaş hocaya bakayım" dedim. Yanlarından ayrılarak Ulaş'ın odasına ilerledim.
Kapıyı tıklatıp gel sesini beklemeden içeri girdim. Ama girmez olaydım. Çünkü karşımda bulunan Ulaş yalnız değildi. Yanında Ali Oğuz'un timinden Keskin Nişancı Üsteğmen Sonat ÖZBERK vardı. Birbirimize dikkatle baktık. Ardından da Ulaş'a döndüm. "Ağabey bize müsaade eder misin" diye sordum. Başıyla onayladı. Ardından sakince odadan çıktı.
Bakıştıktan sonra koltuğu gösterdim. Oraya oturmak yerine yere oturdu. Ben de karşısına bağdaş kurdum. "Hayırdır Sonat" diye sordum."Hayır değil sanırım bu sefer Asil" dedi. Ne olduğunu anlamamıştım ancak pekiyi şeylerin olmadığı kesindi. Kafamı ne var anlamında salladım. O da derin bir nefes aldı. Ardından söze girdi. "Asil. Buraya sağlık bakanlığı adına geldim gibi görünecek herkes öyle bilecek. Görev yerini Hakkâri olarak değiştiği bilgisi geçecek her yerde. Ama bunu gönüllü mü yoksa geçici görevlendirme mi olarak alalım sen bilirsin" dedi. Başımla onayladım. Ardından iki durumu kafamda tartmaya başladım.
Görev yerimi Hakkâri olarak istersem bir şeylerin ters gittiği anlaşılabilirdi. Ve ayrıca geri dönüşüm hızlı olmazdı. İkinci seçeneği yani geçici görevlendirmeyi yaparsak her şey devlet adınaymış gibi gösterilebilirdi. Ve istediğim zaman geri dönebilirdim. Bu yüzden ikinci seçenek daha mantıklı olacaktır. Her şeyi baştan sona tekrar gözden geçirdim. Atladığım bir yer tehlikeye attığım herhangi bir şey var mı diye. Sanırım yoktu.
Sonat düşündüğümde sessizleştiğimi bildiğinden olsa gerek ses etmeden beklemişti. Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda sonuç ne dercesine bakmıştı. "Geçici görevlendirme" dedim. Başıyla onayladı. Ardından belgeleri döktü önüme.
"Sorular neden sen olduğun yönünde olacaktır. Gebeler ve askerler için kadın olması daha iyi olacağı düşünüldüğünü söyleyeceksin. Neden sen olduğun sorulduğunda ise alanının en iyilerinden biri olmanı ortaya atacağız. Ve son bir şey Asil" dedi. "Evet" dedim. Sesim sorarcasına çıkmıştı. "Emin misin bunu yapmak istediğine" diye sordu. Başımla onayladım. O da anladığını ifade etmek için başıyla onayladı. Gülerek "Merak etme Sonat Efendi postu deldirmemeye çalışacağım" dedim. Burukça gülümsedi.
Canını sıkan bir şeylerin olduğu belliydi. Ancak ne kadar ısrar edersem edeyim söylemeyeceği de bir gerçekti. Ama yine de sormak lazımdı. "Anlatmak istersen hep etrafındayım Sonat bunu unutma olur mu" diye sordum. Başıyla onayladı. Ancak anlatmak istemediğini de belli etmişti.Konuyu dağıtmak için "Eee ne zaman postalıyorsun beni" diye sordum bu sefer de. O da hafiften sırıttı. "Vedalaş herkesle postalıyorum seni" dedi. Omuz silkerek "Beni bununla korkutamazsın Sonat" dedim. Ardından da telefonumu elime aldım. Babamı aradım.
- Efendim kızım?
- Hastanede misin babacım?
- Odamdayım kızım. Gel. Annen de burada.
- Tamam.
Sonat'a dönerek "Sen burada bekle. Ben babamlarla konuşacağım. He annemden korkmam diyorsan buyur gel" dedim. Hafiften sırıtarak "Tamam gel gidelim" dedi. Şaşırdığımı belli ederek kafamı salladım. Ardından odadan çıkarak babamın odasına doğru yürümeye başladık. Kapıyı tıklattım. Ancak gel komutunu beklemeden içeri dalacakken annemin de içeride olduğunu hatırlamamla durdurdum kendimi. Annem dahi olsa içeride görev konuşulacaktı. Ve içerideki kadın birkaç dakika daha annem değil komutanım olarak kalacaktı. İçeriden "Gel" komutu gelince içeri girdik.
Annem bana, ben Sonat'a, Sonat babama bakarken aramızda bir döngü oluşmuştu. Dayanamayıp hafifçe öksürdüm. Herkes bana dönerken bende anne ve babama döndüm."Görev var gidiyorum. Hiçbir bilgi veremem. Yalnızca Hakkari de geçici görevlendirme de olacağım. Bir sorun olursa herkes böyle bilecek" dedim. Annem ve babam başlarıyla onayladılar. Annem Sonat'a dikti gözlerini "Sen de orada olacak mısın" diye sordu. Sonat başını onaylar anlamda salladıktan sonra "Uzaktan takip ve dinlemede olacağız komutanım" dedi. Annem de gülümseyerek başını salladı. Ardından herkes birbirine baktı.
Geldiğim yer istihbarat merkezlerinden birisiydi. EREL ve MERGEN timleri buradaydı. Bir de istihbarat başkanı ve birkaç ufak MİT. Tabi Algın hariç. Başkan bana döndü "Hala gönüllü olarak gitmek mi istiyorsun Asil Uzay BARKIN" dedi. Başımla onayladım. "Biz görevden kaçmayız komutanım. Ben Özel Kuvvetler kursunu başarı ile tamamlayıp bordo bereli olsam bile aslım MİT. Ben bundan her zaman gurur duydum. Ve eğer milletlimin menfaati için bu gerekli ise ben bunu yapmaya da hazırım. Her zaman hazır oldum. Mesele elemanı, bordo ya da polis olmakla alakalı değil. Mesele vatan meselesi komutanım. Biz ne olursa görevimizi yerine getirmeliyiz. Köstebek için bir doktora ihtiyaçları var. Ben gidince beni alacaklar. Meraklanmayın. Ve unutmayın. O kurşun bedenimden çıkmış olsa da ben hala Kurşun askerim" dedim. Son lafım ile beraber herkes burukça gülümsemeye başladı.
Hepimiz alışıktık görevlere ancak bu sefer biraz ölüme yürümek gibiydi. Ancak unuttukları bir şey vardı. Zaten ölü olan birini bir daha öldüremezdiniz. Neden mi kendime ölü diyorum. Çünkü bir MİT istihbaratçısı da Polis Özel Harekâtçı da bordo bereli de önce ölür. Canını bırakır ondan sonra görevine gider. Ben de öyleydim işte. Ben bir Türk askeriydim!
Karşımda gözlerini bana dikmiş MERGEN ve EREL'e döndüm. "Bana bakın lan her duyduğunuza inanmayın. Ben sizle her zaman irtibat kurarım. He bir de arada gizli hatları kontrol edin. Yemleme faan söz konusu olursa oradan haber veririm" dedim. Hepsi başlarıyla onaylayınca ben de başımı olumlu anlamda salladım. Ardından yavaşça ayrılmaya başladık. Önce başkan çıktı. Ardından hepsiyle sarıldım. Sıra Ali Oğuz'a gelince sımsıkı sarıldık. Kulağıma doğru "Pişşt! Baktın olmuyor bırak başka çözüm yolu buluruz. Ama sakın kendini tehlikeye atma duydun mu ufaklık" dedi. Ardından da alnımı öptü. Başımla onaylayıp ayrıldım ondan. Ardından Buğra, Burak, Alper ve Turan'a sarıldım. MERGEN candı her zaman için.
Turan'a çevirdim kafamı "Ben gelene kadar bu üç koca bebek sana emanet Turan efendi" dedim. Gülerek onayladı beni. Ardından tekrar sımsıkı sarıldık. EREL timi çıktı önce. Ardından da MERGEN. Ve son olarak da ben. Arabama binerek havaalanına sürdüm. Uçağımın kalkmasına pek fazla vakit kalmamıştı. Anons sesi ile gerekli alana ilerledim. Bavulumu teslim etmiştim. Silahım sorun çıkartmamıştı. Çünkü istihbarat elemanı olduğumdan dolayı anlayış gösterilmişti. Ya da gösterilmesi sağlanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AÇİNA
AkcjaTürk ne zaman vazgeçerdi? İşler zorlaşıp yokuşa sürdüğünde mi? Zaten yüzyıllardır zoru yapmıyor muydu? Öyleyse imkansız olduğunda mı? Türk askeri zaten imkansızı yapmıyor muydu? Türk vazgeçmezdi. Çünkü Türk: "MUHTAÇ OLDUĞU KUDRET DAMARLARINDA Kİ ASİ...