Kızlar, yani Selma ve Sude, aralarında en büyük kız olarak bana şikayet ediyorlardı Sefa ve Orhan'ı. Seslenişleri üzere onlara baktım. Kızlarla biz çamurdan yemek takımları yapıyorduk kendimize. Şekil verme konusunda iyice yol kat etmiştik. Ben bir kaç şey bulmak için onlardan daha uzaktaydım. Sefa ve Orhan kızlardan bir kaç metre ileride, yerden aldıkları ufak taşları onlara atıyorlardı. Attıkları taşlar minik minikti ama kızlar rahatsız oluyordu. Bazen böyle gıcıklıkları tutuyor işte erkeklerin. Onları uyarıp yapmamalarını söylüyordum ama beni dikkate almıyorlardı.Kızların yanına gittim, erkeklerin attıkları taşlar boyca büyüyordu. Bu nedenle kaçıyoruz. Vazgeçmeyip onlar da bize paralel bir şekilde ötemizde koşuyorlardı ve eğilip yerden aldıkları taşları yahut kuruyup topak olmuş toprakları bize fırlatmayı sürdürüyorlardı. Tarlaya girince taş kalmadı, yalnız toprak atıyorlardı şimdi.
"Yapmayın!"
"Atmasanıza, bir yerimize gelecek!"
Kızların uyarılarına ben de katılıyordum. Defalarca söylememize rağmen atmaya devam ediyorlardı! "Kafamıza gelir, atmayın!"
Evrene verdiğim mesaj mı bilmiyorum ama gittikçe büyüyen toprakların arasında köşeye sıkıştık. Ne olduğunu anlamadan birden sarsıldım ve çenemden aşağı bir sıvı aktı, bağırışım tüm sokakta yankılandı. Kanlara göz yaşım karıştı. Elimi dudaklarıma götürdüm, ağzım uyuşmuştu acıyla. Ağlıyordum. Canım çok yanıyordu. Hiç böyle bir acı hissetmemiştim o güne dek. Kızlar bana bakıp benden daha çok ağlıyordu. Bir yandan beni sakinleştirip destek olmaya çalışırken diğer yandan Sefa ve Orhan'a dönüp kızmaya başladılar.
"Ne yaptınız! Sizin yüzünüzden dudağı yarıldı Hülya'nın!
"Size atmayın demedik mi! Aptal mısınız! Oyun mu oynuyorduk sanıyorsunuz!"
Sefa ve Orhan soluğu yanımızda almıştı. İkisi de suratıma bakıp suratlarını buruşturdu. Herkes ne yapacağını şaşırmıştı. Orhan özür dileyip beni teselli etmeye çalıştı. Sefa kibarca kolumu tutup yüzüme baktı, bakışları ağzıma değince gözlerine korku doldu. Pişman oldukları belli olsa da iş işten geçmişti. Ben ise zamanın dışında gibiydim tüm bunlar olurken. Acıma öyle odaklanmıştım ki farkında değildim etrafta olan bitenin. Çenemin altına dayadığım avuçlarım kan dolmuştu. Kanı damlata damlata, ağlayarak eve doğru gitmeye başladım. Herkes peşimden geliyordu. Bizimkiler evde yoktu, biz Ramazan amcaya emanettik bugün. Bunu bildiğim için Ramaza amcaların evinin bahçesine girdim. Merdivenleri çıkıyordum ki kapı açıldı. Ramazan amca seslerden ötürü dışarıya çıktı. Hâlimi görünce endişeyle yanıma koştu. Arkamdan bir iz gibi merdivenlere kan damlata damlata gelmiştim. Avuçlarımdan taşıyordu artık. Ramazan amca kendi avcunu çenemin altına koyup diğer eliyle beni kolumdan tuttu ve hızla içeriye, kapının sağındaki banyoya soktu. Çenemi yavaş yavaş kandan arındırmaya çalışıyordu. Lavobo kırmızıya boyanıyordu.
Bir yandan da kızlarla konuşuyordu.
"Ne oldu böyle?! ""Sefa ve Orhan bize taş ve toprak atıyordu. Toprağın içine kocaman bir taş karışmış, kocamandı attıkları. Hülya'nın dudağına geldi."
Ramazan amca bir kaç saniye susup benimle ilgilenmeye devam etti. "Off, çok kötü olmuş!"
Arada bir de kızlara komutlar veriyordu. "Şuradan peçeteyi uzat kızım."Dudağımı temizlerken canım yandığı için ağladım. Biraz dayanmamı söyledi. Tam o sırada eğildiğim lavobodan başımı kaldırma cesaretini buldum ve bakışlarım birden aynadaki aksime takıldı. Dudağımın halini görünce daha çok ağlamaya başladım, o görüntüye biraz daha bakamadım ve gözlerimi kaçırdım. Ramazan amca da çok korkmuştu. Beni teselli etmeye, iyileşip dudağımın eskisi gibi güzel olacağını söylemeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bekleyiş
General FictionKendimi güzel diye adlandıramazdım belki. Ne boyum uzundu, ne nefes kesen güzelliğim vardı; ne gözlerim renkliydi ne de ince belim, güzel bir fiziğim, kadife gibi sesim, bembeyaz tenim. Hikayelerden fırlamış bir kız değildim anlayacağınız. Zaten ben...