Okul eteğimi düzelttim, hızlı adımlarla yürüdüm. İşte, okuldaydım. Derse ucu ucuna yetişmiştim. Tenefüste sınıfta oturuyordum. Nedenini anlamadığım bir şekilde canım sıkkındı. Sefa sınıfımıza geldi. Benden üst sınıf olmasına rağmen bizin sınıfa gelip duruyordu. Abilik yapmaya çalışıyor gibiydi! Yine bana laf attı, bir şeyler söyledi. Onun için çok normal olan bir cümleye takılı kaldım, kırıldığımı hissettim. Belki de bugün alıngandım ama sonuç olarak kırılmıştım. Sefa gülerek sınıftan çıktı, ben kafamı sırama gömüp ağlamaya başladım.Beş dakika sonra kızların bir kaçı yanıma geldi, dışarı çıkmayı teklif etti. Çatlak ve kısık çıkan sesimle reddettim. Ağladığımı anlayıp başımda endişeyle dönüp durdular. "Hülya, ne oldu!"
"Neden ağlıyorsun?""Yok bir şey, gidin siz." Burnumu çektim. Başımı gömdüğüm kollarımın arası iyice sıcak olmuştu ama başımı kaldıramazdım bu halde. Kimbilir nasıldı yüzümün hâli.
Sude'nin sesini duydum biraz ötede. Sınıfın kapısının önünde olmalıydı. "Hülya ağlıyor!" diye seslendi birine ama kime olduğunu bilmiyordum. Bir kaç saniye sonra sıramın önünde biri durdu. En önde oturuyordum ve önümde biri dikiliyordu açıkça.
"Hülya, ne oldu? Niye ağlıyorsun?" Endişeli ve ilgili ses tonunu işittim Sefa'nın. Omzuma dokundu, eli orada durdu. İçimden "Aptal!" diye geçirdim. "Hem kendi ağlatıyor, hem neden ağlıyorsun diyor!"
Ses etmedim. Bu davranışına şaşırmıştım çünkü ne kadar abilik yapar gibi peşimde dolansa da genelde yaptığı beni sinirlendirmek olurdu. Ayrıca kimseye böyle davrandığı görülmemişti. Birinin sorununu umursuyordu Sefa!
"Biri bir şey mi dedi? Kim ne yaptı? Yan sınıftaki çocuklardan biri mi bir şey yaptı? Söyle adını, hemen gidip döveyim! Seni kimse ağlatamaz."
Bana şefkatle seslenişinin ardından sesi yükseldi, "Beyler! Biri Hülya'yı ağlatmış. Gidip hesabını soruyoruz." diyerek muhtemelen biraz ötede dikilen kankalarına seslendi.Kendini dövmen gerek Sefa! Beni sen ağlattın. Suçluyu uzaklarda arıyorsun. Ama dediklerinde senin için kırıcı bir şey yoktu değil mi? Öyle ki gelip benimle böyle ilgileniyor, on dakika önce olanlardan ötürü olabileceğini aklına dahi getirmiyorsun. Bir yanım aptal diye seslenirken diğer yanım daha farkında bile olmadığını, yani bilerek beni kırmadığını söylüyordu. Ona inandım.
Olay büyümesin, suçluyu yanlış yerlerde aramasınlar diye zorla konuştum. Sesim daha dinçti. "Kimse bir şey demedi. Yan sınıfın erkekleri bir şey yapmadı."
"Niye ağladın o zaman?"
"İşte."
"Ne demek işte!" Bir cevap almadan gitmeyeceğini biliyordum.
"Bir an karnım ağrıdı. Geçti şimdi." diye yalan söyledim.
"Geçti mi, emin misin? Eve gidelim mi?"
"Hayır, iyiyim ben."
"O zaman kafanı kaldır."
"Olmaz."
"Kaldır."
"Sonra."
"Kafanı kaldırmadan, ağlamanın geçtiğini görmeden gitmiyorum."
Oflamamak için zor durdum. Kafamı kaldırmak istemiyordum. Suratım kim bilir ne haldeydi. Kızarmış, ıslak, çirkin. Ama gitmezdi biliyordum. Bir süre tereddüt ettikten sonra zorla yavaşça başımı kollarımın arasından çektim ve doğruldum. Yüzümü net görmesinler diye yere bakıyordum. Gözümün önüne bir mendil paketi uzatıldı. Parmağındaki benden ötürü bu elin sahibinin kim olduğunu çok iyi biliyordum. Paketten bir mendil alıp önce burnumu sildim. Sonra başka bir tane alıp yüzümü kuruladım. Sonunda bakışlarımı kaldırma cesaretini bulup yüzüne baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bekleyiş
General FictionKendimi güzel diye adlandıramazdım belki. Ne boyum uzundu, ne nefes kesen güzelliğim vardı; ne gözlerim renkliydi ne de ince belim, güzel bir fiziğim, kadife gibi sesim, bembeyaz tenim. Hikayelerden fırlamış bir kız değildim anlayacağınız. Zaten ben...