Ramazan amcanın akşam gelip de en sevdiği böreği yiyememesi, benim o böreği yapamamam, kızı olarak gördüğü Hülyasının gelini de olacağını bilememesi, artık yüzümüze bakıp gülememesi, Zeliha teyzeden her akşam kahve isteyememesi, Selma'yı hâlâ küçük bir çocuk gibi sevememesi, Sefa'yla akşamları yaptıkları baba-oğul sohbetlerini yapamaması, şu evin kapısından girememesi ve çok daha fazlası kocaman bir boşluk olmuştu içimizde. Üç haftadır tek çıt yoktu etrafta sanki. Herkesin neşesi toz olup uçmuş, bir rüzgâra kapılıp savrulmuştu. Gözümün önüne babamla Sefa'nın cenazede birbirlerine sıkıca sarılışları geldi. Selma'nın ağlamaktan harap olması, Zeliha teyzenin kendini sessizliğe vurması.Hayat devam ediyordu kimilerine. Kimileri ise yalnız hayata devam etmeye çalışıyordu.
"Zeliha artık biraz daha toparladı çok şükür. Selma da öyle."
Annem kaşığını çorbasına daldırdı ve bir yudum aldı."Sefa nasıl?"
Onunla pek görüşememiştik. Kısaca bir başsağlığı ve cenaze koşturması yaşasak da içinde neler olup bittiğinden habersizdim. Babam lokmasını yutup "Olabildiğince iyi." diyerek bana baktı. "Dirayetliydi maşallah. Canı ne kadar yansa da Allah'a sığınıyor işte. Teselliyi en güzel yerde arıyor."Başımı salladım yavaşça. Babam bir kaç dakika araya giren sessizlikten sonra "Bugün konuştum onunla." dedi. "Babasının vefatı nedeniyle daha evvel söyleyemediğimi, o gün akşam aslında bunu konuşacağımızı söyledim. Evliliğinize rızan ve rızam olduğunu, o ne zaman uygun görürse o zaman istemeye gelmelerini söyledim. Daha babasının vefatı çok taze, biraz beklemek istediğini söyledi. Ayrıca önce bir seninle görüşmek istedi. Bir ara oturup konuşursunuz ayrıntıları."
Başımı salladım. Doymuştum artık, tabağımı sıyırıp masadan kalktım ve odama geçtim.
Ertesi gün bahçede çardakta oturuyordum, Sefa yanıma geldi. Onu görünce kan dolaşımımın hızlanması olayına alışamamıştım bir türlü. Onca zaman vücudum hiçbir farklı tepki vermezken şu bir buçuk aya yakındır yüreğimi yerinden çıkarıyordu.
"Konuşabilir miyiz?"
"Tabi."
Karşıma oturdu, arkasına yaslanıp ellerini kucağına indirdi. Direk konuya gitmişti. "Kabul etmişsin."
"Evet."
"Neden şimdi?"
"Hı?"
"Neden ilk ikisinde değildi de, üçüncüsünde kabul ettin?"
"..."
Ne cevap verecektim? Nasıl mantıklı bir şekilde açıklayabilirdim ki? Düşünmeye, kelimeleri toparlamaya çalıştım. Henüz ben bir şey demeden araya giren zamanı o doldurup tekrar konuşmaya başlamıştı."Son dedim diye mi? Giderim dedim diye mi? Aileme ve bana bunu yapmama neden olmak istemediğin için mi? Tarafsız bir karar almanı etkiledi, değil mi? Tamam, vazgeçiyorum. Gitmeyeceğim. Zaten artık gidemem. Dört olsun. Yeniden düşün. Gideceğimi unut. Sayma bunu. İstersen istemeyebilirsin."
"Olmaz." dedim sertçe. Kaşlarımı çatmıştım.
"Ne demek olmaz? Sorun etme sen, fikrin değişse de açıklarım ben herkese. Zorda bırakmam seni. Yahut ben kendim vazgeçtim derim."
Gözlerim doldu. "Vazgeçmemi mi istiyorsun? Yoksa sen mi vazgeçtin?"
"Eğer sağlıklı bir karar vermediysen gerekirse vazgeçmeni istiyorum. Kendini değil beni ve ailemi düşünerek karar verdiysen vazgeçmeni istiyorum. Benim bir şeyden vazgeçtiğim yok. Ama gerekirse senden senin için vazgeçerim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bekleyiş
General FictionKendimi güzel diye adlandıramazdım belki. Ne boyum uzundu, ne nefes kesen güzelliğim vardı; ne gözlerim renkliydi ne de ince belim, güzel bir fiziğim, kadife gibi sesim, bembeyaz tenim. Hikayelerden fırlamış bir kız değildim anlayacağınız. Zaten ben...