Yanından geçip gidecektim ama yapamadım. Kestiği incir ağacının kalan kökünde oturuyordu. Başı öndeydi, beni görmüş müydü bilmiyordum. Sessiz kalamadım bu kez. O incir ağacını kesmeleri sanki içimde derinlere kök salan bir şeyi kesmişler hissi veriyordu. O incir ağacı benim en sevdiğim, tırmandığım, meyvesini yediğim, dalına salıncak kurduğumdu.
Adımlarımı biraz ötesinde durdurdum. Ayak sesinden ötürü başını kaldırdığında bir kaç saniye göz göze geldik. Şaşırmasını bekliyordum ama bakışlarında hiçbir anlam yoktu. İlk kez onu anlayamıyordum. Kaşlarım çatıktı. "Neden kestin?" dedim sert bir sesle.
"Kökleri çok derine uzamıştı."
Bir ân kelimelere farklı anlamlar yükledi zihnim. Çok farklı... Sanki metafordu her biri.Sesim biraz yumuşadı. Normal davranmalıydım. "Olsun, uzasın. Ne olacak sanki? Ben bu ağacı çok seviyordum. Çok şey saklıyordu. Kesmesen olmaz mıydı?"
"Ben de seviyordum. Ama eğer o çok derinlere salınan kökleri kesmeseydim, evlerimizin temeline zarar verecekti. En ufak bir sarsıntıda yıkılma riski daha yükselecekti. İncirin kökü güçlüdür, babaannem öyle derdi."
Yine de üzülmemi değiştirmiyordu bu durum. Bir parçam gitmiş gibiydi. Fark etmeden bunu dile getirdiğimi anladığımda bir an duraksadım. Ne zamandır dilim ve zihnim iş birliği ile benden gayrı iş görüyordu?
"Yine de içimden kocaman bir parçam gitmiş gibi."Sesinin az evvelkinden biraz daha yumuşak olduğunu fark ettim. "Üzülme, yenisini dikeceğim biraz daha öteye. Onunla kapatırsın eksilen parçanın yerini."
"Yeni gelen eskisinin yerini tutar mı ki? Kapatabilir mi boşluğunu?"
Bu kez yakaladım şaşkınlığı gözlerinde. Fakat çabuk toparladı. Sakin sesinde hafif bir rüzgar esiyor gibiydi. "Tutmaz elbet, olduğu kadar. Kapatmaz elbet, doldurduğu kadar. Alışıyor insan her şeye. Dert etme. Bir tane de tarlaya ekmiştim, o epey büyüdü bile şimdi. Bu ekeceğim erişene dek ondan toplarım sana."
"Toplar mısın?"
"Toplarım, sen istediğin müddetçe."
"Ya istemezsem?"
"O zaman toplamam."
"O zaman da toplarım deyip kibarlık yapmaz mı insan?"
"Ben yapamam."
"Neden?"
"İstemediğin bir şeyi yapmam çünkü."
İçimde bir şeyler kıpırdandı. Başımı salladım, verecek cevabım yoktu. Artık susturuyordu, kelime bırakmıyordu insana. Gitmek üzere hareketlenmiştim ki yavaşça seslenmesi ile durdum. "Hülya!" Dönüp baktım, parmakları arasında oynadığı otlardan kaldırmıştı bakışlarını. "Efendim?"
"Son kez konuşacağım babamla, Rıza amcayla konuşması için. Bu son, söz. Üçten öteye gitmem, istemediğine emin olur seni daha rahatsız etmem."
Yavaşça başımı salladıktan sonra merak edip sordum. "Neden bunu şimdi bana söylüyorsun?"
"Son dedim ya, onu bil de öyle cevap ver istedim."
"Yine aynı cevabı verirsem ne yapacaksın?"
"Gideceğim."
"Nereye?"
"Köklerinin içime dek uzanamayacağı bir yere, buradan uzağa. Ne binam yıkılır, ne köklere zarar gelir böylece."
"Ama bu ailene haksızlık. Sana da öyle."
"Bir haksızlık yok ortada, sen bunu düşünme, etkilemesin seni. Söylediğime pişman etme beni."
"Gitme, kal." dediğimde buldu yine gözlerimi. "Sen buradan başka yerde yeşeremezsin. Nasıl, ne zaman, kiminle bilmem ama zaten ben gideceğim eninde sonunda. Gidip de kendine yazık etme."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bekleyiş
General FictionKendimi güzel diye adlandıramazdım belki. Ne boyum uzundu, ne nefes kesen güzelliğim vardı; ne gözlerim renkliydi ne de ince belim, güzel bir fiziğim, kadife gibi sesim, bembeyaz tenim. Hikayelerden fırlamış bir kız değildim anlayacağınız. Zaten ben...