Dizlerimin hemen üzerinde biten, ince askılı, zümrüt yeşili, sade ama şık elbisemin pileli eteklerini avuçlamıştım sıkıca. Ayağımı yere vurarak ritim tutuyordum. Yatsı için camiye gidecek, dönerken annesine on dakika uğrayıp gelecekti ama yarım saat olmuştu o on dakika resmen. Bekledikçe cesaretim sönüyordu. Elini tuttuğum kararlılığım kaçıp gitmek istiyor, heyecanım tepeme tırmanıyordu. Dayanamayıp telefonuma uzandım ve Sefa'yı aradım. Açmadı fakat bir kaç saniye sonra mesaj geldi.- Beş dakikaya geliyorum.
Beş dakika geçmek bilmiyor gibiydi. Sonunda kapı sesini duymamla titrememek için kendimi tutarak ayağa kalktım. Telefonum titremeye başladı, ekrana baktığımda Selma'nın aradığını gördüm. Açamazdım şuan! Telefonu sessize aldığım sırada mesaj da geldiğini fark ettim ama ilgilenemezdim. Telefonu orada bırakıp seslere kulak verdim. Anahtarın bırakılma sesi, adım sesleri, odanın kapı kolunun yavaşça inişi, Sefa'nın içeriye girip çatık kaşları eşliğinde elindeki ceketi asması ve "Hülya konuşmamız gereke--" diye başladığı cümlenin bana çevrilen bakışları nedeniyle yarıda kalması.
Hızlıca beni süzüp elini alnına götürdü ve ovaladı. Bir şey demesini bekledim ama sessiz kalıp dolabın kapağını açtı, uzunca bir hırka çıkarıp aldı ve yanıma gelip tam önümde durdu. Hırkayı giymem için tuttuğunda ne olduğunu şaşırmıştım. Onca zaman beklemiş, bana saygı göstermişti ama şimdi beklediği karşısında dikilerkenki davranışına anlam veremiyordum. Güzel olmamış mıydım?
Hırkanın kollarına kollarımı geçirdim, önündeki fermuarı birbirine kavuşturup yukarıya çekti ve gözlerime baktı. Uğraşıp da kıvırcık yaptığım saçlarıma kibarca dokunup bir süre sessiz kaldıktan sonra yavaş ve sertçe yutkundu. "Gelmişsin," dedi. "Ama Allah biliyor ya, çok yanlış zamanda gelmişsin."
Kararlılığım, heyecanım, cesaretim, her şey pılını pırtısını toplayıp gitmişti. "Neden? Ne oldu?"
"Konuşalım." deyip bileğimden yakaladı ve yatağın bir ucuna oturdu, ben yanına oturdum. "Anneme gittiğimde annenle sohbet ediyorlardı. Eve girdiğimi duymadılar. Konuşmalarına kulak misafiri oldum ve... Ve öğrendim ki..." Her ne söyleyecekse zorlandığı belliydi. Zaten ona gidişime bile sevinmediğine göre mühim bir şeydi. Yoksa diye düşünmek üzereydim ki "Öğrendim ki geçirdiğim kaza yüzünden çocuğum olmama ihtimali varmış, Hülya. Yani ben-- ben sana bunu söylemeden sana hoş geldin diyemem. Bunu bile bile diyemem."
Gözlerindeki hüzün saklanmaya çalışsa da kendini ele verir türdendi.
"Biliyorum. Bunu bile bile geldim. İhtimallerle hayatımı şekillendirmeyeceğim."
Hüznün yerini başka bir duygu aldı. Bakışları aniden gözlerime çevrilmiş bir ok gibi buldu hârelerimi. Kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Sesi bir ton yükseldi. Bu duygu sanırım hayal kırıklığıydı. "Ne?! Biliyor muydun?"
Yavaşça başını salladım. Ayağa kalkıp saçlarına daldırdı elini. "Benden başka herkes benim hayatımı ilgilendiren bu bilgiyi biliyormuş! Ne güzel! Peki sen ne zamandır biliyorsun? Neden bana söylemedin? Nasıl yaparsınız bunu ya, anlamıyorum!"
Öfkeliydi, kırıktı. Gözlerim doldu. "Baştan beri biliyorum." dedim, konuşurken zorlanmıştım.
"Hangi baştan?!"
"Kazadan sonradan beri işte."
"İnanmıyorum ya! Bunca yıl nasıl biri olsun çıkıp söylemez, nasıl biri olsun bilmek hakkım diye düşünmez? Ben evlendim ya, evlendim! Buna rağmen kimse çıkıp ses etmedi. Ne zamana dek saklayacaktınız? Bunu bilerek mi evlendin sen benimle? Bana acıdın mı? Bu yüzden mi beklettin onca zaman?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bekleyiş
General FictionKendimi güzel diye adlandıramazdım belki. Ne boyum uzundu, ne nefes kesen güzelliğim vardı; ne gözlerim renkliydi ne de ince belim, güzel bir fiziğim, kadife gibi sesim, bembeyaz tenim. Hikayelerden fırlamış bir kız değildim anlayacağınız. Zaten ben...