Otel odasından çıkıp Istanbul'a nasıl geldiğimi ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Canım yanıyordu ve nasıl hissetmem gerektiği hakkında bir fikrim yoktu. Tek düşünebildiğim şey ortada bir bebek olmasıydı. Ve o bebek her şeyin yerli yerine oturmasında yeterliydi.
Yol boyunca telefonum asla susmadı. Oğuz sürekli arayıp durdu. Benim tek yaptığım şey ise kapanana kadar izlemekti. Uçağa bindim indim derken Istanbul'a geldim. Her şeyden önce yaşadığım şehre geri dönmek iyi hissettirmişti. İçimi bir huzur kaplamıştı. O zaman dedim içimden: 'Her şey iyi olacak.'
Günler geçti, haftalar geçti, aylar geçti.. Ama bu içimdeki yarım kalmışlık hissi hiç geçmedi. Ve onu her özlediğimde katlanarak arttığını hissettim. Artık herkesin düzeni değişmişti ve herkes yeni düzene alışmıştı. Aradan 3 ay geçmişti. Sanırım Yeliz 6 aylık hamileydi. Doğurmasına az bir zaman kaldığı için herkes onu el üstünde tutuyordur diye düşünüyorum.
Bu 3 ay içinde olanları anlatmam gerekirse; Istanbul'a geldim ve okuluma devam ettim, kendi evime çıktım, artık kimseyle eskisi kadar görüşmüyorum, kendimi eve kapattım denebilir. Arada Oğuz benimle konuşmaya denedi ama ben telefonlarını açmadım. Yeni taşıdığım evin adresini de bilmiyor zaten. Kimse Oğuz'a söylemiyor. Bilen kişiler ailem ve kızlar. Bazı günler Arda geliyor. Sohbet muhabbet ediyoruz ama eski tadı vermiyor. Sanırım bende eski neşem yok. Sonra olan şeyleri anlatıp gidiyor. Yeliz artık Oğuzların evinde yaşıyormuş. Özel bakılıyormuş ona. Sadece gülüp geçiyorum.
Oğuz'la hala boşanmadık. Ben boşanmak istiyorum ama Oğuz istemiyor. Avukatımla görüştüm. Arada başkasından bir çocuk olduğu için boşar diyor. Ben ise sadece bekliyorum.
Okulda bazen Oğuz'la denk geliyoruz. Bazen derslerimiz aynı oluyor. Bazen gözgöze geliyoruz. İlk gözlerini kaçıran ben oluyorum. Eline baktığımda yüzüğünü hala taktığını görüyorum. Ama o benimkine baktığında göremiyor ve hayal kırıklığına uğruyor. Çünkü çıkardım. Ama bilmiyor ki boynumda asılı olduğunu. Kolye yaptım takıyorum. Tişörtümün içine sokuyorum. Kimse görmüyor.
Oğuz'u hala seviyorum. Hatta eskisinden daha fazla. Araya mesafe ve özlem girince iş değişiyormuş meğersem.
Ve bugün yine aynı rutinimde kalktım. Bugün okulda dersim olmadığı için daha geç kalktım. Kendime kahvaltı hazırladım. Televizyon karşısında dizi izlerken yedim. Sonra yapacak hiçbir şeyimin olmadığını farkettim. Ama birden kendimi iyi hissettim. Ve dışarı çıkmak istedim. İlk defa gün benim için aydı gibi hissettim. Odaya gidip kendimi rahat hissedebileceğim kıyafetler giydim. Bi o hızla evden çıktım, arabama bindim. Nereye gideceğime dair bir fikrim yoktu. O yüzden yol nereye giderse oraya gitmeye karar verdim.
Sahile gittim. Arabayı parkedip yürürken bir dondurmacı gördüm. Canım çok çekti. Aldım ve bir banka oturup yedim. Oturmaya devam edip etrafımı izledim. Denizin ve yosunun kokusunu içime çektim. Biraz daha huzur buldum. O anda yanımda bir hareketlilik hissettim. Kafamı çevirdiğimde o da bana bakıyordu. Yüzüne baktığımda içim ısındı. Sebebini bilmiyorum. Bir süre öyle bakıştık. Sonra kafasını denize çevirdi. Bende denize çevirdim. İlk başta sessiz kaldı bende konuşmadım. Öyle iki yabancı sessiz sessiz karşımızdaki denizi izledik. Daha sonra o konuştu.
"Böyle sessiz sessiz denizi izleyenlerin içlerinde uçsuz bucaksız denizden oluşan acıları var derler."
"Sende o acılar sularındasın demek ki"
"Acılar suları.. Sevdim bunu. Herkesin kendine göre acısı, derdi yok mu zaten."
"Doğru.. var. "
"Böyle aniden oturduğum için kusura bakma. Hem başka yer yoktu hem de denizi izlemek isteyen biri için en güzel yer denizi izleyen birinin yanıdır. Bu arada ben Kerem." Elini uzattı. Bende kafamı çevirip elimi sıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zoraki Evlilik//Demet&Oğuz
Teen FictionHiç hayatımda yaşamam dediğim şeyleri yaşıyorum aslında. Kim 19 yaşında evlenmek isterki değil mi? Özellikle ona aşık olacağımı nerden bilebilirdim? Ben kendimi bir fırtına arasında bulduğumda her şey çok geç olmuş olacaktı. Eylül Demet&Oğuz