Gece beni eve bıraktıktan sonra annemle babam tarafından da sorguya çekilmiştim ve bedenen değil ama ruhen çok yorulmuştum. Sabah çalan alarm bana küfür gibi gelse de prensiplerimden ödün vermeyerek yataktan kalktım.
Evet bensiz otel bir saatte batmazdı belki ama kaynayan dedikodu kazanına bir odun daha olup, ateşi harlardı. Şu an için ekstra bir dedikodu malzemesi en son isteyeceğim şeydi.
Pudra pembesi etek ceket takımım, içine giydiğim boğazlı, bej, ince triko bluzum havanın ısısına göre tamdı. Kahvaltı etmek istemiyordum. Hem içimde bir heyecan hem de tarifi olmayan bir sıkıntı vardı. Biran önce evden çıkmak istiyordum.
Ayakkabılarım dolabımın içinde kutu içinde duruyordu. Evimizin girişi küçüktü ancak günlük bir kaç tane ayakkabımı bırakırdım orada. Elimde stilettolarımı görünce annem;
— Onlarla çıkmazsın. Hava bu sabah serin, diye tutturunca mecburen kapının yanında duran beyaz botlarımı göstererek;
— Bunlarla giderim ama otelde değiştiririm, annem otel çook sıcak oluyor, dedim o'yu bir hayli uzatarak.
— İyi tamam da kahvaltı, dedi boynunu bükerek.
— Annem vaktim hiç yok. Hafta başı işler yığılmıştır şimdi. Akşam erken gelmemi istiyorsan beni şimdi sal, dedim yanaklarından öperken. Babam kapıdan kafasını uzattı, elindeki torbayı gösterip;
— Böyle olacağını biliyidim, dedi sırıtarak. Bu lafı ilk kez, benim lise son sınıfta olduğum sene, yılbaşı gecesinde, Şeker ve Karahan'la beraber, sitenin kafesine gitmek için izin aldığım zaman söylemişti. "Ben böyle olacağını biliyidim, bizi satıp o hergele keçi ile yeni yıla gireceğini biliyidim" demişti sonrasında da Karahan'ı hiç sevmemiş adını hergele keçi koymuştu. Ailecek görüştüğümüz için annem kötü kötü baksa bile babasının yanında dahi hergele keçi demeye devam etmişti.
Şimdi yine hem sitem etmek hem de beni güldürmek için söylüyordu. Pazartesi günleri hep biraz daha stresli oluyordum. Cumartesi günü saat 14:00'ten Pazartesi sabahına kadar geçen sürede olumsuzluklar olduysa eğer odamdan içeri girer girmez zehirli sarmaşık gibi etrafımı sarıp tüm enerjimi daha sabahtan tüketiyorlardı. Babamın bu jesti ise beni yine mest etmiş, pozitif enerjimi tavan yapmıştı.
— Teşekkür ederim babacım, ellerine sağlık, dedim uzattığı torbayı gülümseyerek alırken.
— Kuru teşekkürle olmaz, öpücüğümü de isterim, dedi yanağını uzatırken.
— İyi ki benim babamsın, deyip yanağına kocaman bir öpücük bıraktım ve bir elimde ayakkabılarım, kolumda çantam, diğer elimde yemek torbamla kendimi arabama attım. Bundan sonrası biraz stres, biraz müzik ve sevdiceğimden gelen telefonla aydınlanan günüm.
— Güzelim nerede kaldın?, diye sordu. Sıcacık sesi arabanın içinde yankılanırken, ağzım kendiliğinden yukarı doğru kıvrılırdı.
— Yoldayım canım, bir şey mi oldu?, diye sordum işle ilgili aradığını düşünerek.
— Sevgilimi özledim ve gül-cemâlini biran önce görmek istiyorum, dedi sevgi dolu bir şekilde.
— Trafik biraz yoğun canım ama yolum az kaldı, dedim gülümseyerek.
— Hımm sevgilim kahvaltı etti mi bakalım, diye sordu bu seferde.
— Edemedim. Babam elime bir torba tutuşturdu, içinde ne var bilmiyorum, dedim minik bir kahkaha atarken.
— O zaman gelince direk benim odama çık, beraber kahvaltı edelim, bekliyorum, dedi ve telefonu kapattı. Normalde itiraz edip "Bugün Pazartesi güne erken başlamam gerek" demem gerekiyordu ama ben de onu özlemiştim işte. O yüzden de ikiletmeden kabul ettim teklifini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖZLENEN AŞK(Tamamlandı)
General FictionÖzlenen Şenyüz 22 yaşında iri gözleri ve gülen yüzüyle sevimli ve sempatik bir kızdır, Yekta Ateşoğlu ise 27 yaşında yeşil gözlü, yumuşak kalpli bir işadamı. İki genç tamamen tesadüf eseri tanışırlar. Birbirlerini tanımaya ne zamanları olur ne de fı...