27

3.3K 283 70
                                    

Ekranda en son su içindeki görüntüsü donup kalmıştı. Kaydın bittiği yerde. Sanki hüzünlü bir yağlı boya tablosu gibiydi. Gözleri kapalı, yüzünde ölümün soğuk boyasıyla bile o kadar güzeldi ki. Onu hakkınca sevemediğim için nefret doluydum kendime.

Neden en çok sevmem gereken insana hep haksızlık yapmıştım ki. Benim kendimle zorum neydi?

Gözlerimi kırpmadan biraz daha izledim son görüntüsünü. Gözlerim artık ağlamaktan ağrır hale gelmişti. Yüzümdeki ıslaklık sürekli tazelendiğinden yanaklarım buz tutmuştu. Ellerim gibi.

Hani bazı cümleler vardı ya. Kişiselleşirdi, mesela seni seviyorum demek herkes için aynı manaya gelmeyebilirdi. Ya da nefret ediyorum demek bazı insanlar için seni seviyorum diyememenin farklı ifadesi olabilirdi.

Ellerin üşüme meselesi de benim için öyle bir şeydi işte. Soğuk bir günde keşfetmiştim bunu doğal olarak. Bir gün okuldan döndüğümde kapının tentesine saklanmış beyaz bir kedicik görmüştüm. Soğuktan büzüşmüş, tüyleri kabarmıştı. Maviş gözlerini bana dikmişti hemen önünden geçerken. Kıyamamıştım ve eğilmiştim yanına. Normalde babam hayvan sevmezdi, insan sevmediği gibi. Bu yüzden evimizde herhangi bir hayvan bulunmazdı. Burda olabilmesi şaşırtıcıydı bu kediciğin.

Merakıma yenik düşüp yumuşak tüylerine bastırmıştım soğuk ellerimi. O an ilk defa uzun zaman sonra bir canlıya temas ettiğimin ani bir şekilde farkına varmıştım. Pamuk beyaz tüylerinin arasında kaybolan elim sımsıcacık derisinde elektriklenmişti sanki. Benim ellerimi ısıtan ilk canlı bu kedicik olmuştu işte. Bir süre o kediyle her sabah ve akşam ilgilendiğimi hatırlıyorum. Onunla birlikte ısınmıştı içimde bir yerler, bir şeye ait hissetmeye başlamıştım kendimi. Okuldan çıkar hemen onu bulurdum bahçede, besler, oyun oynar ve ikimiz de battaniye sarıp ısıtırdım. Fakat sonra, kayboldu gitti bir gün. Günlerce aradım, sordum ama yoktu işte. Ve ben okuldan döndüğüm soğuk günlerde buz tutmuş parmaklarımla kapının önünde saatlerce bekler olmuştum.

Ellerin üşümemesi demek, beni bırakma demekti benim içim.

Ben seni bıraktım mı sevgilim?

Kalbimi buran, nefretime nefret örten bir başka mevzuyu bu. Ben ondan gitmiştim. Şüphe etmiştim. Her şeye yeten sonsuz sevgim, ona erişememişti. Bir türlü ben kendimi ona verememiştim.

Seviyordum, çok seviyordum ama ona ulaşmasına neden izin vermemiştim bu sevginin? Neden korkmuştum?

Ben artık kendimi bile tanıyamıyordum.

Kafamı dizlerime gömmüş ağlamaya devam ediyordum. Her şey için kendime kızıyor ve aklımdan olur olmadık kötü düşünceler geçiyordu. Herkesin yaşamının bir anlamı olduğunu düşünürken, hayatımın hiçbir manası kalmadığını fark ediyordum.

Odanın kapısının sertçe duvara vurmasıyla yankılanan sesle irkilip yerimde sıçradım. Başımı ani bir şekilde kaldırıp kapıya baktım. Eğer gelen, artık tanıyamadığım, baba demeye gram istek bırakmayan o adamsa üzerine saldıracaktım.

Fakat gördüğüm kişi gözlerimin şokla açılmasına sebep olmuştu. Kalp atışlarım muhtemelen bir metre ötemde duyulmaya başlamışken yerimden fırlayıp gerçekliğini sorguladım bir süre. Bu öyle bir andı ki, nasıl tarif edilir çözemiyordum. Hem mutlu hem mutsuz, şaşkın ve endişeli ama aynı zamanda deli gibi heyecanlı hissediyordum. Sanırım dilim tutulmuştu.

"Gel bakalım kaçak gelin," Diyerek beni kucaklamasa Oğuz, saatlerce dikilebilirdim orda öylece. O da bunu fark etmiş olsa gerek ki böyle bir yol izlemişti.

"Öncelikle kendine gelmen için bil diye söylüyorum, Pamir abim yaşıyor."

Gözlerimi kırpıştırdım sadece. Murat yaşıyor, cümlesi beynimde dönüp duruyordu.

Yaşıyor, yaşıyor işte.

Tanrım bu bir rüyayasa asla uyanmama izin verme.

Dayanamayıp bu defa farklı sebeplerden ağlamaya başlamıştım. Ruh halim o kadar kırılgan olmuştu ki. Duygudan duyguya geçerken hiç zorlanıyordum bile artık.

Oğuz beni kucağından indirip evden çıkardı ve arabaya bindirdi. Kendisi de arabaya bindiğinde yolcu koltuğunda Ceydayı fark etmemle daha da büyük bir kafa karışıklığına sürüklendim.

"İyi misin?" diyerek telaşla bana döndü Ceyda. Şaşkın şaşkın ona bakıp cevap veremedim.

"Kendine gelebildiğini sanmıyorum, hiç susmayan kız." diye benim yerime cevapladı Oğuz. "Muhtemelen bir travma bile geçiriyor olabilir."

Ceyda endişeli gözlerini üzerimden çekmeyerek ellerime uzanmıştı. Tek eliyle bir elimi tutmuş, diğeriyle de yanaklarımı kurulamaya çalışıyordu. "Kerem kendine gel kuzum." diyerek bir kaç defa seslendi. Sonra hafif hafif yanaklarımı tokatlamıştı. Hissetmiyorum bile. Uyuşmuş gibiydim.

"Çocuğu rahat bırak da kafasını toplasın." dedi Oğuz.

Ceyda ellerini benden çekip Oğuza dönmüştü tersçe. "Ne dediğin çocuğa, kaba herif?"

"Bi cırlama be kızım be." diye yüzünü buruşturmuştu. "Ben bi şey demedim. İzlememesi gerek bir şey izlemiş."

"Bak benimle kızımı mızımlı konuşma, bir daha konuşamayacak hale getiririm seni."

"Hadi ya nasıl olacakmış o?"

"Uygulamalı mı anlatayım? İster misin?" diyerek daha da hırçınlaşan Ceydayla daha fazla dayanamamış kısık sesle bölmüştüm kavgalarını.

"Başımı ağrıtıyorsunuz." dedim hırıltılı çıkan sesimle.

Konuşmamla ikisi de bana dönmüş sanki ilk kelimelerimi etmişim gibi gözleri parlayarak bakmışlardı.

"Aha yenge kendine geldi." diyerek sırıttı Oğuz.

Bana yenge demesi üzerine gözlerim açılsa da Ceyda tepki vermeme izin vermeden atılmıştı. "Yenge ne be, ayısın mı sen biraz?"

****
Yine kısa mı kısa bir bölümle gelmiş bulunmaktayım. Fakat dayanamadım atayım dedim. Diğer bölüm zaten yeterince uzun, telafi edeceğim yani.

Okuyan herkese teşekkürler 🖤

Bela Geliyorum Demez (GAY) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin