Aradan tamı tamına iki buçuk hafta geçmişti ve James'le Lily arasında en ufak bir gelişme dahi yoktu. James devriyelere gelmiyordu; gelse bile bir bahane bulup sıvışıyordu ve her nasıl yapıyorsa, bunu Lily'ye tek kelime etmeden başarıyordu.
Lily kendini birkaç kez derslerde, ortak salonda, sahada, Büyük Salon'da veya cehennemin dibinde James'i ona bakarken bulmuştu. James de aynılarını yaşamıştı. Bir keresinde ortak salonda diğerleri yatmaya çıktığında ondan başka tek Lily ve Dorcas Meadowes kalmıştı. James ve Lily'nin gözleri bir kez buluştuğunda, James Lily'nin gözlerinin parlama sebebinin şöminedeki kızıl ateş olmadığına dair yemin edebilirdi.
James'in canına tak etmişti artık.
Bunu kendine yediremiyordu. Lily ile —sevdiği kız, hayatındaki tek aşkı ve tek gerçek sevgilisi, ilk seferi, birbirlerinin ilk seferleri, James ne diyeceğini bilemiyordu— ile geçirdiği o gece –belki de hayatının en özel anı, tamamen birbirlerine ait olduklarını gösterdikleri o geceden sonra Lily'nin ona bunu yapması James'in gücüne gidiyordu.
Lily'yi tanımasa kendisini kullandığını düşünürdü. Belki de zaten öyle yapmıştı. James artık hiçbir şeyi anlamıyordu. James'in olayı asla bu olmamıştı, ama kullanıldığını hissediyordu.
Belki de Lily haklıydı. Belki de Lily onu hak etmiyordu...
Saçmalığın daniskası.
James'in tek bildiği, Lily hakkında hiçbir şey bilmediğiydi.
Suçu kendinde ara.
James Lily'den böyle bir hamleyi beklememişti.
Yani, Lily'ydi işte –Lily Evans, parlak rozetiyle hava atmayı seven kız, İksir Prensesi, Öğrenciler Başkanı, Evans, Lily Evans, Lillian Charlotte Jocelyn Evans, Lottie, Lilibit, onun Lily'si...
Lily kendini James'ten ve aklından o kadar süre boyunca uzak tutmuştu ki Lily yanından her geçtiğinde James, "ismimi söylerken dudakları hangi şekli alıyordu acaba" diye düşünmeden edemiyordu.
Ama James'in aksine Lily, hayatına hiçbir sorun yokmuş gibi devam ediyordu. 17 Nisan'da, bir önceki gün Mary'nin doğum gününü kutlarlarken o kadar Lily gibi gözüküyordu ki James, Zuni Plunkett Lily'yi –Lily'sini öptüğünde bile hiç gözlerini ayırmadan onlarca öğrencinin arasında bir tek Lily'yi izlemişti. Kız Zuni Plunkett'i anında itmişti.
Tüm o üç haftanın ağır yükü gözlerinden yavaş yavaş boşalmaya başladığında James yüzünü iki avcu arasına alarak, inkâr edercesine kafasını iki yana salladı.
Böyle hissetmemesi gerekiyordu –en azından Lily bu haldeyken böyle hissetmemesi gerekiyordu, yo, hayır...
Lily hastanedeyken gözünü dahi kırpmadan onun iyileştiğini görmek için başında beklemesinin karşılığı en azından bu olmamalıydı. Lily ölebilirdi. James yüzünden. James Şubat'ta Üç Süpürge'ye gitmeye o kadar ısrar etmeseydi, belki de şu anda Lily yanında ve her şey yolunda olurdu. Lily'yi anlayamıyordu. Onu anlayamıyordu –yapamıyordu bunu, sanki çözmesi için önüne koyulan ama çözmesi imkânsız bir bilmeceydi Lily Evans. Nereden başlarsa başlasın, hangi yoldan giderse gitsin hep aynı yere varıyordu: Kocaman bir hiçlik.
Euphemia'nın dedikleri umrunda değildi. Şu hayatta kimsenin bir insanın mutlu olmasını engellemeye hakkı yoktu. Tamam, belki annesi iyiliğini istiyor olabilirdi (veya kendi iyiliklerini) ama James, yine de Euphemia'nın bu konuya karışmamasını isterdi.
Doğruldu. Alt kattan Lily'nin geldiğini işaret eden bir ses geldi. Amethyst'in merdivenleri tırmanırken çıkardığı yumuşak patırtıyı ve Lily'nin hep ayağına dolanan, kapının girişindeki içinde üç tane gala zambağı olan vazonun devrilme sesini duydu. Lily onu tamir edecek, sonra tekrar yanlışlıkla devirecek, ardından tekrar tamir edeceti. Kule'nin iki sakini de buna alışkındı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Marauders Era 1 - Karanlık Çökünce
FanfictionHer şey başlamadan önce... Altın kız Lily Evans'ın tek dileği Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'ndaki son senesini iyi bir not ortalamasıyla ve tercihen, olaysız bitirmektir. Ama başındaki dertler onu yalnız bırakmayacaktır. Bir yandan Öğrenciler...