ne hissedeceğimi, ne düşüneceğimi bilmeden yürüdüğüm boş sokakta son ses açtığım müzikle kendi kendime dans ediyordum. belki insanlar izliyordu beni camlarından, deli olduğumu düşünüyor bile olabilirlerdi ama tek istediğim keyfimi biraz olsun yerine getirebilmekti, tüm bitmişliğimi atmaktı üzerimden. günler geçip gidiyordu ve yüzüm gülmüyordu. hiç arkadaşım yoktu, kimseyle görüşmüyordum.. yalnızdım. belki de bu biraz bitiriyordu beni.
marketten satın aldığım karton kutudaki donutları çıkarmıştım, üç tane almıştım. eskiden her şeyden tane alırdım alışkanlık olmuştu. onu ısırdığımda mutlulukla gülümsemiştim, kesinlikle harikaydı. kulağımdan düşen kulaklığı takarken elimdeki donutla yürümeye devam etmiş, başımı da biraz önüme eğmiştim. renkli ama uzun zamandır burada olduğundan rengi solmuş kaldırım taşlarında kendime göre bir ritim oluşturup öyle yürümeye başlarken bedenimin çarpmasıyla o an elimdeki donu düşmüş ve düşmemek adına hızlıca çarptığım bedenin omzuna tutunmuştum.
burnuma dolan tanıdık kokuyla tüm bedenim uyuşurken omzunu sıkmadan yapamamıştım, belimi saran uzun kolları çekilirken ben de omzunu bırakmış ve eğik başımı kaldıramamıştım.
aptal kalbim, nasıl da hızlanmıştı sadece kokusunu almasına rağmen.
yere düşen donutı alıp cebimden çıkardığım peçeteye sararken güçsüz hissetmiştim kendimi, neden halâ duruyor ve gitmiyordu ki? birazdan dizlerim beni tutmayacak ve düşecektim sanki. "neyi bekliyorsun?" diye sorduğumda başımı halâ aptal gibi duruyordum karşısında. kulağımdan düşen kulaklıkta ikimizin şarkısı çalmaya başlayınca hemen telefonumu cebimden alıp şarkıyı durdurmuştum. ancak bu kadar rezil olabilirdim.
dolan gözlerimi engellemeye çalışırken titreyeceğini hissettiğin dudaklarımı birbirine bastırmıştım. onu seviyor olmam bana ezik gibi hissettiriyordu. beni aldatmaya meyilli olan birini sevmem saçmaydı. belki de aldatmıştı.. "iğrenç birisin biliyorsun değil mi?" halâ karşımda duran bedene bakamadan konuşmuştum, "keşke seni hiç tanımasaydım, bak şimdi çok mutsuzum."
yakınımdaydı.
içimden dediklerimin tam tersini söylüyordum, kokusu burnuma derince dolarken kendime kızmıştım. o çok güzeldi. "ama sen çok mutlusun.."
Jimin'in sesini duyduğumda bir adım geri gitmiş ve kokusundan uzaklaşmıştım, istemesem de. Jeongguk'un koluna girmiş ve beni gördüğünde konuşmuştu, "Taehyung, seni görmeyeli uzun zaman oldu." başımı kaldırıp dolmaması için zorladığım kırmızı gözlerimle ona baktığımda yüzünün düştüğünü görmüştüm. gözleri birkaç saniyeliğine Jeongguk'a ardından bana dönmüştü. bir şey dememişti. çantamı önüme alıp karton poşetteki iki donutı Jimin'in eline tutuşturmuştum. "ben çok yedim, en sevdiklerinizden almıştım zaten." yüzüme ufak bir gülümseme yerleştirirken birkaç saniye boyunca kollarımı Jimin'e sarmış ve öyle beklemiştim. onu sevmemek için bir nedenim yoktu, kıskanıyor olabilirdim ama onun kalbi zaten Jeongguk için atıyorken bizim ilişkimizi desteklemişti, ona karşılık vermek isteyen Jeongguk'tu. Jimin bunu hiçbir zaman beklememişti. "sonra görüşelim." dedikten sonra geri çekilmiş ve hızlı adımlarla onlardan uzaklaşmıştım.
özlediğim surata birkaç saniye bile bakmamıştım, baksam ağlardım ve baksam yine kısır döngünün en başına atardım kendimi. özler dururdum ve yine kavuşamazdım.
kulaklığımı çekip çıkarırken onu çöpe atmış ve kendi kendime kızarak o sokaktan çıkmıştım.
pislik Jeon, aptal. sana kızamıyorum da ama.. sevmiyorum seni tamam mı? beni bu duruma soktuğun için sevmiyorum, senden nefret ediyorum. buna rağmen neden özlüyorum seni bilmiyorum..
suratını ancak birkaç fotoğrafta görebiliyordum ama artık baktıkça bile yanıyordu canım, üzülüyor ve ağlıyordum her gece. ama böyle berbat hissedecek kadar ne kötülük yapmıştım ki? beni yıllarca sevmeye söz veren birini beni aldatma derecesine getirecek kadar ne yapmıştım? aynılarını yapıyordum.. Jimin gibi ona sarılabiliyordum, onu öpüyordum, onu seviyordum. önceden yapabiliyordum bunları ona belli ederek.
önceden fotoğrafına bakıp ağlayarak uyumuyordum, o yanımdayken ona sarılarak ve musmutlu uyuyordum. bunu mu hak ediyordum?
yurda vardığımda oradaki kadından çıkışımı istemiştim, zaten tek kalıyordum. onun yerine hiç kalmazdım daha iyiydi. başka bir yurda yerleşirdim.. en azından orada birkaç arkadaşım olabilirdi. belki.
kadının uzattığı kağıtlara imza attıktan sonra eşyalarımı toplamak adına odama ilerlemiştim. üzerimdeki bitmişlik hissini silmeye çalışırken kalemle biraz daha karalamıştım üzerini. neden Jimin ve Jeongguk her gece beraber güzel şarkılar dinlerken, mutlu uyurken, güzel abılar biriktirirken ben acı çekiyordum ki? onları gözümün önünde tutup kendime her an biraz daha mahvediyordum? neden kendimi yakıyordum? neden mahvediyordum?
mutlu olmak istiyordum.
o beni böylesine umursamazken ben kokusuyla bile paramparça oluyordum, o an karşımda beni beklediğini sanmıştım, ona bakmamı istediğini düşünmüştüm ama o sadece Jimin'i beklemişti. ben umrunda değildim, belki ben olduğumu bilse bana sarılmazdı kolları. belimi sarmasını bile özlemiştim. kolları huzur doluydu ama kendimi oraya ait hissedememiştim ilk kez. gerçi hemen çekmişti kollarını.. neden bu kadar nefret dolu davranıyordu? biraz şefkat gösterseydi belki de..
halâ ne düşünüyordum, unutmaya başlamalıydım.
odaya girdiğimde derince bir nefes almış ve odamdaki her şeyi toplarken tüm düşüncelerime aykırı bir şekilde Jeongguk'un fotoğraflarını almış, cüzdanıma koymuş ve her zaman yaptığım gibi parmağımla fotoğrafın üzerinden güzel yüzünü okşamıştım.
o her zaman içimde kalacaktı, yaşayamadığım en güzel his olarak sıkışık kalacaktı kalbime.
-----
geçen sefere göre daha uzun yazmaya çalıştım, umarım beğenmiş ve keyifle okumuşsunuzdur. <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fleur offensée | taegguk
Fanfictionsen kırmızıydın, mavi olduğum için benden hoşlandın. bana dokundun ve ben birdenbire lila bir gökyüzü oldum ve sen mor renginin sana göre olmadığına karar verdin.