11

13.7K 1K 980
                                        

jennie: Bana yemek göndermekten vazgeç. Sinir bozucu.

singularity: Sen de milletin dediğine inanıp kendini aç bırakmaktan vazgeç. Sinir bozucu.

Görüldü...

.
.
.

Önümdeki ingilizce ders kitabının kapağını kapatıp sıramın altına koydum. Son derse girecektik. Rehberlik olduğundan rahattım ancak karnım çok ağrıyordu. Ders boyunca da sürekli guruldamıştı. Anonimin getirdiklerini sınıftan bir çocuğa vermiştim. Yiyemezdim. Eğer yersem, önümü alamazdım. Ve daha çok yerdim.

"Su almaya gidelim mi?" diye sordum yanımda pinekleyen Jisoo'ya dönerek.

Başını sırasından kaldırıp gerindi. İngilizce dersi onun için ninniydi sanki. Genelde uyurdu.

"Gidelim." dedi ayağa kalkıp telefonunu cebinden çıkartırken. Ayağa kalktım ben de. Sınıfın çıkışına doğru ilerlerken Jisoo'nun çok yavaş olduğunu fark ettim. Bu yüzden arkama dönüp onu kontrol ettim. Parmakları sürekli telefonunun üzerinde geziniyordu. Birisine mesaj yazıyordu hızlıca. Bu belliydi.

"Bir şey mi oldu?" diye sordum kaşlarımı çatarken.

Mesajı gönderdi ve gülümseyerek bana baktı. "Ah, şey... Annem ya. Şey diyor..."

"Ne diyor?"

"Eve geç kalmamam konusunda tembihledi de. Misafirler gelecekmiş sanırım."

Onu başımla onayladıktan sonra yanıma yetişmişti. Telefonunu tekrar cebine attı. Sınıftan çıktık.

"Buradan gidelim mi?"

Jisoo gittiğim yerin tam tersi yönüne doğru beni sürüklemeye çalıştığı için ona "Neden yolu uzatıyoruz?" diye sormuştum.

"Sürekli oturmaktan kıçım uyuştu. Biraz yürürüz işte."

Ses çıkarmadım ve ayak uydurdum ona. Uzun koridor boyunca ilerleyip merdivenleri indik. Kantin diğer binadaydı. Bu yüzden camlı bölmeden de geçmek zorunda kalmıştık.

Diğer binaya geçtiğimiz anda gözlerime bir beden takıldı. Önce kumral saçları dikkatimi çekti. Sonra ise yüzü. Bakışları büyük bir buz dağı gibiydi. Ürkütücüydü. Ancak aynı zamanda gözlerinin içinde yanan alevleri görüyordum. Sıcaktı. Nasıl böylesine zıt kutuplar gözlerinde yaşayabilirdi ki? Neden bu çocuk diğerlerinden farklıymış gibi hissediyordum.

Hayır Jennie, o da diğer herkes gibi aynı. Sadece sen buna inanmak istiyorsun.

"Ne tesadüf?" diye yanımda kıkırdadı Jisoo. Sevinçliydi. "Taehyung da burada."

Konuşmak için dudaklarımı aralayacaktım ki Taehyung'un karşısında durup duvara yaslanan Moonbin'in bizi fark etmesiyle ve kaşlarıyla Taehyung'a beni işaret etmesiyle giriştiğim işi yapamamıştım. Taehyung siyah bol kapüşonlusunun cebine ellerini sokarken bizim olduğumuz tarafa döndü. Beni gördü, yutkundu.

Selam vermeyecektim. Evet, sadece yürüyüp yanından gidecektik.

"Selam prenses."

Yanlarından çekip gidecektik ki Moonbin'in önümüze çıkmasıyla olduğumuz yere çakılmıştık. Ona gülümseyerek "Selam." dedim. Jisoo da selam vermişti.

"Nasılsınız?"

"İyidir, senden?"

Jisoo ve Moonbin aralarında konuşmaya başladığı için çaprazımda duran Taehyung'a yan bir bakış attım. Gözleri keskinliğini kaybetmişti. Masumluk akıyordu. Dudaklarını yaladı ve başını aşağıya eğdi. Nedense gülümsemişti ve bunu da benden saklamak istemişti.

you shouldn't eat, taennieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin