Bugün güneşliydi hava. Bulutlar şehri terk etmiş, insanlar cıvıl cıvıl, hayvanlar neşeyle gülümsüyordu. Gökyüzündeki turuncunun en güzel tonuna bakınca insan kışı unutuyor lâkin sert esen rüzgar adeta ben buradayım dedirttiriyordu. Temiz havayı içime çektim ve çehremin tam ortasına hâkim olan gülümsememi genişlettim.
"Ne gülümsüyorsun öyle?" diye homurdandı Lisa kollarını göğsünde birleştirerek. Küt saçları uzamış, dalgalar hâlinde ince beline dökülüyorken bir hafta önce siyaha boyatmıştı. Kıyafetlerine uyum sağlayan siyah botlarını yere sürtüp sıkıldığını belli ediyordu. "Yarım saattir bekliyoruz burada. Ağaç olduk."
"Anca." diyerek cevap verdi Jisoo benim yerime. Seoul Üniversitesi'nin kapısının hemen önünde, arabalara yaslanarak bizimkileri bekliyorduk. "Duş falan alıyorlardır."
Lisa telefonunun ekranından saati kontrol ederken üniversitenin kapılarına diktim küçük gözlerimi. Şehirler arası bir basketbol maçı yapılmıştı bugün. Kazanan Seoul Üniversitesi olmuştu ve bu maç sayesinde altın madalya kazanmışlardı. Taehyung kaptanlığını çok güzel sürdürüyor, takıma katkı sağlamak için günbegün çalışıyordu. Ülkede sağladıkları birincilikten sonra sıra yurt dışına açılmaya gelmişti ve ben kesinlikle üstesinden geleceklerini biliyordum. Takım olarak uyumları çok güzeldi hepsinin. Sanki bu işi yapmak için doğmuşlardı.
Gözlerime güleşerek ve konuşa konuşa eğlenerek bizlere doğru gelen bedenler çarptı ansızın. Taehyung ve Jungkook en önde, bir konu hakkında konuşuyorlarken arkada Namjoon vardı ve yanında Namjoon ile neredeyse aynı boyda olan, beyaz tenli, simsiyah saçlı bir çocuk belli belirsiz gözüküyordu. Onların arkasında ise tam üç kişi vardı. Üniversiteden arkadaş olduklarını ve aynı fakülteye gittiklerini biliyordum fakat daha önce tanışmamıştık. Adlarını bile bilmiyorduk.
"Oha." dedi Rose bizlere doğru gelen bedenlerden bir tanesine odaklanmışken. Büyük gözleri açılmış, nemlendirici sürdüğü dudakları aralanmıştı. "Bu ne yakışıklılık ya?" diye sordu üzerine çeki düzen verdikten sonra.
Kimden bahsettiğini anlamak için baktığı yere döndüm. En arkada oldukça havalı bir şekilde yürüyen, saçları gri ve uzun, yüzü birkaç metre öteden dahi dikkat çekebilecek kadar çekici olan çocuk; giydiği dar siyah pantolon ve kabanının içinden gözüküp vücudunu saran boğazlı siyah kazağıyla göze çarpıyordu. "Haklısın." diye mırıldandım gülerek. Gerçekten parlıyor, yanlarından geçenlerin birkaç kere daha dönüp kendisine bakmasını sağlıyordu. Enerjisi farklıyken buna küçük, keskin ve baktığı yeri delip geçecek olan gözleri ekleniyordu. İnsanı da kıskandıracak dolgun dudaklara sahipti.
Rose düzleştirdiği saçlarını geriye attı, şaşkın ifadesini sildi ve umursamaz bir hava takındı. Kurduğu cümle ise davranışlarından çok uzaktaydı. "Biz neden bunlarla daha önce tanışmadık?"
Rose ile bugün sınavı yüzünden burada olamayan Moonbin sevgili olmayı denemiş ancak sonradan arkadaş kalmaya karar vermişlerdi. Ortak karardı bu. Arkadaş olarak daha iyi anlaşıyorlar, birbirlerine karşı daha rahat oluyorlardı. Bunun bilincinde olarak ilişkilerine zarar vermeden kavgasız ve tartışmasız arkadaş kalmaları büyük bir olgunluktu. Minjoon ise üniversiteden sevgili yapmıştı ve ilişkileri sorunsuz bir şekilde aylardır sürüyordu. Bugün bizimle olamamasının sebebi ise sevgilisi ile buluşacak olmasıydı.
Taehyung yanıma vardığı anda elini belime dolayıp yanağıma küçük bir öpücük bıraktı. "Çok bekletmedik değil mi?"
"Saçmalama." dedi Lisa yanına varan Jungkook'a sarıldıktan sonra. "Tam otuz beş dakikadır sizi bekliyoruz."
"Jimin yüzünden. Hepimiz on dakikada hazırlandık ama beyefendi yirmi dakika boyunca duş aldı." dedi Namjoon gri saçlı çocuğu havalanan kaşlarıyla gösterdikten sonra. Sitem edercesine olan konuşmasına karşılık Rose "Bayağı değmiş ama." dedi ve seslice yutkundu. Jimin bunu duymuş olacak ki gülümseyerek başını hafifçe yana eğdi. Aralarında olan elektriği uçan kuş bile hissetmişti adeta.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you shouldn't eat, taennie
Hayran Kurgusingularity: Siktir et onları. singularity: Sen çok güzelsin. hayrankurgu #1