Hayat çok garipti.
Bir bataklığın içerisine saplanmışken, batacağını ve orada can vereceğini kabullenmişken, bir anda birileri elini uzatıp seni o bataklıktan çok farklı bir yere götürüyordu.
Tedirgindim çünkü neredeyse yedi yıldır o bataklığın içindeydim, artık orayı kabullenmişken, oradan hiç bir zaman kurtulamayacağımı düşünmüşken, Cihangir'in beni bulup oradan çıkartması ve hiç bilmediğim bir hayatın ortasına sürüklemesi beni tedirgin ediyordu.
Bilmediğim bir hayata doğru koşarak gidiyordum, nasıl insanlarla karşılaşacağım, nasıl davranacağım, neler göreceğim, bunlar kafamda kocaman bir soru işaretiydi. İçimde Gökhan'ı yalnız bıraktığım için çok büyük bir burukluk vardı ama o belki de yanımda oturan bu adamdan daha çok gitmemi istiyordu o hayata. Neler yaşadığımı, nelerle baş etmeye çalıştığımı gördüğü içindi belki de beni bu gönderme çabası, şu an onun da içi buruktu buna emindim fakat bir yandan da benim için mutlu olduğunu biliyordum. Ona bir iş bulunduğu için de rahattım, yine de sürekli onun yanına gidecek ve her koşulda ona destek olmaya devam edecektim.
Arabanın durmasıyla düşüncelerimden sıyrılıp başımı siyah filmli camdan ayırdım ve bakışlarımı yanımdaki bedene çevirdim. Yüzünde güller açıyordu, kabul ettiğim ilk andan beri öyle mutluydu ki, sürekli bana teşekkürler edip durmuştu. Utanmasa kahkahalar atacak derecede bir ifade vardı yüzünde, bu hali değişik hissettirmişti. Gökhan dışında birinden değer görmek, sevildiğimi hissetmek garipti, babamın en yakın arkadaşı tarafından sevildiğini hissetmek daha da garipti. Bunu babam için yaptığını, vicdanını rahatlamak için bu kadar çabaladığını bilsem de...farklıydı işte.
Bir anda bahçedeki korumalar tarafından kapım açıldığında kaşlarımı kaldırıp dizlerimde duran çantamı koluma taktım ve arabadan aşağı indim. Bunlar beni mahalleden aldırıp yolda bana binbir türlü ızdırap çektiren korumalardı, şu an bana saygınlık göstermeleri hoşuma gittiği için dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı. Bir kaç saniye sonra Cihangir yanıma ulaştığında birlikte evin kapısına doğru ilerledik, biz çalmadan kapının açılması bir kez daha beni şaşırtsa da aldırmadan saray gibi evin içerisine girdik.
"Hoş geldiniz Cihangir bey."kapıdaki hizmetli olduğunu tahmin ettiğim kadının konuşmasıyla Cihangir gülümseyerek başını salladı. Kadın bana dönüp yüzüne çok tatlı, sevecen bir gülümseme yerleştirdi."Sizde hoş geldiniz Kutay bey."kaşlarımı kaldırarak kolumdaki çantayı düşmemesi için geri ittim, ismimi bilmesi beni şaşırtmıştı. Dudaklarıma onun gibi bir gülümseme yerleştirip hafifçe sevecen kadına doğru eğildim.
"Ne beyi abla, beylik tip mi var bende?"kadın başını eğdiğinde elimi omzuna koydum."Sen bana Kutay de."
"Peki, Kutay oğlum."başımı sallayarak elimi omzundan çektiğimde yanından geçtiğim bir kaç koruma saygıyla başını eğmişlerdi, Cihangir'in bu kadar koruması olmasının sebebini gerçekten çok merak ediyordum. Evin her yerinden takım elbiseli, iri cüsseli adamlar fırlıyordu resmen. Gözlerimi ikinci kez geldiğim bu evin içerisinde gezdirmeye başladım, deri koltuklar, duvarlarda asılı olan değişik tablolar, dışından bile 'ben pahalıyım' diye bağıran altın rengi avizeler. O kadar buraya ait değildim ki, bu şahşahanın arasında minik bir toz tanesi gibi görünüyordum.
Bakışlarım merdivene doğru kayınca, orada durmuş dikkatle beni izleyen mavi gözlü herifi gördüm. Bu eve ilk geldiğimde omzuma çarpan, ben evden çıktıktan sonra da bana 'yavaş ol' diye bağıran herifti. Gözleri yine o günki gibi bakıyordu, öfkeli. Belki de insanlara hep böyle bakıyordu. Boyu benden bir kaç santim uzun görünüyordu, teni bembeyazdı, sanki tüm kanı çekilmiş de geriye böyle bir ten rengi kalmış gibiydi, ten rengiyle uyumsuz olan kahve tonundaki saçları dağınıklığıyla yataktan yeni kalktığını gösterir gibiydi. Beyaz, uzun kemikli eliyle merdiven korkluğunu sımsıkı tutmuş, sanki bulunduğumuz ortamda sadece ben varmışım gibi dik dik bana bakıyordu. Bakışları beni rahatsız edip, ürkütse de, bunu ona belli etmemek için meydan okurcasına kaşlarımı kaldırdım ve Cihangir'in arkasından ilerlemeye devam ettim.
"Barış!"babasının uyarısıyla bakışlarını nihayet benden çekip ağır bir şekilde Cihangir'e çevirdi, o kadar umursamaz görünüyordu ki, bir an ruhunun olup olmadığından şüphe duydum."Kutay."diyerek Barış'a eliyle beni gösteriğinde Barış olduğu yerde durmaya devam etti, bu sefer bakışlarını hiç bana çevirmeden babasına bakmaya devam ediyordu.
"Hoş geldin desene!"diye bağırdı bu sefer babası, Cihangir ona öyle bir bağırıyordu ki, karşısında evladı değil de, bir çalışanmış gibiydi. Barış proglanmış bir robot gibi Cihangir'in emriyle bir kaç merdiveni inerek bana doğru ilerlemeye başladı. O yaklaştıkça bedenim geriliyordu çünkü çok farklı bir etkisi vardı. Onun bu ifadesizliği ve soğukluğuyla yolda bir yerde karşılaşsam yine aynı şekilde gerileceğimden emindim.
Bir kaç saniye sonra tam önümde durduğunda çantamın kolunu sıktım ve başımı kaldırarak mavi gözlerine dik dik bakmaya başladım. Mavileri öyle değişikti ki, Cihangir'inkinden daha açık bir maviydi. Gözlerine bakınca bile insan ürperiyor, kendini çok soğuk bir yerin içine düşmüş gibi hissediyordu. Elini bana doğru uzattığında bakışlarımı gözlerinden ayırıp eline indirdim, kaşlarımı havaya kaldırarak çantamda olmayan elimi uzatıp sıktığım an vücudumdan bir ürperti geçti.
Elleri buz gibiydi.
Sanki şu an karşımda bir canlı değil de, bir ceset vardı.
Yürüyen bir ceset.
"Hoş geldin."erkeksi sesi kulaklarımı doldururken yutkunmak istedim fakat o an ondan ürktüğümü düşünmemesi için böyle bir şey yapmadan ters ters bakmaya devam ettim. Benden hoşlanmadığı ortadaydı, hatta benden nefret ediyor bile olabilirdi.
Nefret etmiyorsa kesin psikolojik bir problemi vardı çünkü bir insan ancak nefret ettiğinde böyle bakar, böyle davranırdı.
"Hoş buldum."diye mırıldandığımda pembe dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı, gülümseme gibi değildi, saniyelik bir kıvrılmaydı. Sanki benimle dalga geçiyormuş gibiydi.
Soğuk elleri hâlâ sıcak ellerimin arasındayken vücudum buz kesmiş gibi ona bakmaya devam ettim.
Mavi gözlerini, benim kahvelerime sabitleyip bir kaç saniye gözlerimin içine baktı. Öyle bir bakıştı ki bu, sanki gözlerimden içimi okuyordu, sanki gözlerim tüm hislerimi ona karşı ele veriyordu. Bu bakışın ardından gözlerini yere indirdi ve parke zemine bakıp kendini biraz daha bana doğru yaklaştırdı, gerginlikle olduğum yerde kıpırdanırken dudaklarının arasından ölümcül bir fısıldamayla konuştu.
"Biletini keserim yakında."
•
Yürüyen cesete merhaba deyin :D
Barış'ın bu soğukluğunu istemsizce çok seviyorum, Kutay'ın da samimiyeti çok hoşuma gidiyor. İki zıt kutubun bir araya gelişini yazmak da beni aşırı aşırı heyecanlandırıyor...bakın elim ayağım titriyor şuan ajhaqlhsalwhlaq
Öpüldünüz, yorumlarınızı belirtmeyi unutmayın
♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Cennet | bxb
Jugendliteratur"Meleğe benziyordu, karanlık bir cennetten düşmüş meleğe." küfür, argo, şiddet içerir.