Buraya geldiğim günden beri tahmin dahi edemeyeceğim şeyler yaşamıştım. Şu anda da o tahmin dahi edemeyeceğim olayın içindeymiş gibi hissediyordum.
Sahil kenarında bir meyhanede Cihangir ve Barış ile karşılıklı tahta taburelere oturmuş rakılarımızı yudumluyor, arkada çalan efkarlı müziği sessizce dinliyorduk. Bu anın gerçek olması bana o kadar abes geliyordu ki, bulunduğumuz bu duruma hâlâ inanabilmiş değildim. Karşılıklı, doğru dürüst oturup konuşamayan, anlaşamayan üç insan rakı masasına oturmuşlardı.
Cihangir arkada çalan şarkıya uyumlu bir şekilde rakı bardağını havada sallarken fazlasıyla dağıtmış görünüyordu. Geldiğimizden beri kaç bardak içtiğini sayamamıştım bile.
Benim yanımda oturan Barış ise ağır ağır içiyordu, tadını çıkartmak istercesine. Ne kadar içerse içsin şu an karşımızda kendini müziğe kaptırmış babası kadar dağıtmayacağına emindim. Arada önümüze dizilmiş çeşit çeşit mezelerin tadına bakıyordu, bazen yüzünü cama çeviriyor, uzun uzun denizi izliyordu. O denizi izlerken ben de ona kaçamak bakışlar atma fırsatı bulabiliyordum. Her ne kadar ona baktıkça kendimi tokatlamak, yumruklamak istesem de gözüm sürekli ona kayıyordu. Sanki vücudum benden bağımsız hareket ediyordu, yaptığım hiçbir şeye engel olamıyordum.
Yanımda oturmasının bile kalbimin bu denli hızlanmasına neden olmasını kendime yediremiyordum. İki günde Barış'ın bendeki etkisinin bu kadar büyümesi normal değildi. Barda onu gördüğüm günden beri her karşı karşıya geldiğimizde karnımda bir kasılma meydana geliyordu, düşündüğüm şeyin olmaması için kendimi sürekli ikna etmeye çalışıyordum fakat pek başarılı olduğum söylenemiyordu. Başımı yastığa koyduğumda aklıma gelen o mavi gözlerden kurtulamıyordum.
Burnumdan soluyarak kendime ufak bir tokat attığımda Barış ve Cihangir'in bakışları anında bana dönmüştü. Ne yaptığımın yeni farkına varmış gibi dudaklarımı hafifçe aralayarak bir Cihangir'in şaşkın yüzüne, bir de kaşları çatık Barış'ın yüzüne bakarak elimi tokat attığım yanağıma götürdüm.
Sanırım kafayı yemiştim.
Zaten bu ikilinin yanında sağlıklı kalmam pek mümkün olamazdı. Yanımdaki herifi kendini keserken bulmuştum, karşımdaki herifin de anlık değişimlerine çoğu kez şahit olmuştum.
"Keşke Yusuf da burada, bizimle olsaydı."babanın ismini duyunca bedenimin kasılmasına engel olamamıştım. Cihangir çoğu kez babamdan bahsetmek, onunla ilgili anılarını benimle paylaşmak istemişti fakat her seferinde dinlemek istemediğimi belirterek sözünü kesmiştim. Normalde duygularımı, hislerimi çok iyi saklayabilen bir insandım. İçimde fırtınalar kopsa da, yüzümde rüzgar esmezdi fakat şu an bulunduğumuz ambiyansta karşımdaki adam hüzünlü bir şekilde babamdan bahsederken ilk defa kalbimdeki acının sızısıyla yüzümü buruşturmuştum.
Babam, o hayatta olsaydı her şey daha farklı olacaktı. Küçücük yaşımda tüm dünyanın yükü omuzlarıma binmeyecekti belki de, çektiğim acıların çeyreğini dahi çekmeyecektim. İkimiz birbirimize sonsuza dek sahip çıkacaktık, belki de okuyamadığım okulları okuyarak meslek sahibi olacaktım babama bakacaktım.
Düşündüğüm şeyler kalbimin göğüs kafesimin içinde kıvranmasına neden olurken başımı iki yana sallayarak düşünceleri kafamdan atmaya çalıştım, karşımda her kim olursa olsun acımı asla belli etmemeliydim. Dudaklarıma bir sırıtış yerleştirerek masanın üzerindeki rakı bardağımı ellerimin arasına aldım, beyaz sıvıdan bir yudum aldığımda daha iyi hissetmiştim.
"Babana o kadar benziyorsun ki Kutay, bazen karşımda oturan sen değilmiş de, kaç yıllık dostum Yusufmuş gibi geliyor."diye mırıldandı yüzümü incelerken, dostunun hasretiyle yanıp kavruluyormuş gibi görünüyordu. Dudaklarımdaki sırıtış yavaşça silinirken istemsizce yutkundum. Yıllar sonra ilk kez duymuştum bu cümleyi, yıllar sonra ilk kez babama benzediğimi dile getiriyordu. Gerçi ilk kez olması çok normaldi, çevremde babamı tanıyan kimse yoktu. Bunu duymaya hasretmiş gibi masada biraz daha Cihangir'e doğru eğildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Cennet | bxb
Teen Fiction"Meleğe benziyordu, karanlık bir cennetten düşmüş meleğe." küfür, argo, şiddet içerir.