four - observer

9 3 0
                                    

"Hey. Sınava çalıştın mı?" Geriye yaslanmış huzursuz bir şekilde kıpırdanarak yağmur damlalarının camlara vurma seslerini dinledim. "Hayır," diye mırıldandım gözlerimi camdan ayırmayarak, gökyüzü şimşek çalmadan saniyeler önce aydınlanmış ve yerini gök gürültüsüne bırakmıştı. Kütüphane her zaman soluk, kapalı renklerle uykunu getirebiliyordu ve bunun üzerine yağmurlu hava her şeyi daha da boğmuștu ama yine de bu hoşuma gitmiyor değildi tabii. Uykumu getiren her şeyi sevebilirdim.

Çünkü son zamanlarda buna ihtiyacım varmış gibi gözüküyordu.

"Annenler seni mahveder ve beni de... Sürekli bizde olduğuna dair yalanlar söylemek beni aşıyor Sora. Bir değil, iki değil... Nereye gidiyorsun her akşam?"

Cevap vermedim.

Charlie beni tanımasa gizli bir ilişkim olduğunu düşünebilirdi ya da illegal işler çevirdiğimi ama o beni tanıyordu ki hem erkek arkadaş yapacak enerjimin olmadığını ve illegal işler yapacak kadar da üşengeç olduğumun farkındaydı bu yüzden hiçbir zaman akşam kaçamaklarıma bir kalıp bulamıyordu. Ona tüm olanları en başından anlatsaydım eğer, erkek arkadaşımın olduğunun daha mantıklı sebep olduğunu düşünür ve konuyu kapatırdı.

Haksız da değildi, kim böyle bir saçmalığa inanırdı ki daha benim bile inanmadığım bu şeye?

Charlie, sorusunu cevapsız bıraktığım için kitaplarına gömülmüștü çoktan. Aramızdan su sızmadığını sanıyordu, bu yüzden biraz kırılmış da olabilirdi ama şu an bu umrumda olmadı. Ona böyle bir şeye sürüklemek beni daha kötü biri yapabilirdi, hatta buna ailemi bile sürüklemeyi bırakmıştım bu yüzden. Zaten inanmıyorlardı da, o yüzden işim zor değildi.

Başımı kitaplıklara doğru çevirdiğimde Japon çocuğun dikizlediğini fark ettim ama o da beni fark etmişti ve fark eder etmez başını çevirip arkasını dönmüştü. Elinde kocaman bir ansiklopedi vardı. Parmaklarımla oturduğum koltuğun kollarını kavrayıp destek alarak ayaklandığımda Charlie fark etmemişti. Ona doğru sessizce yaklaştıkça ansiklopediye daha çok gömüldü.

"Ters tutuyorsun," dedim bayık gözlerimle saçlarına bakarken, kitabı alnına kadar çekmişti. "Hm-hm"

Kitabın üstünden tutup aşağı indirdiğimde gözleri gözlerimle kesiști, siyah saç tutamları göz kapaklarına kadar uzanıyordu ve tamamen dağınıktı. Tarağın icadından haberi yoktu. "Kitabı," dedim fısıldayarak. "Ters tutuyorsun." Gözlerini kıstı. "Biliyorum," dedi kitabı tamamen indirerek.

Rafa geri koyduğunda yanımdan geçti. Yine siyah eşofmanlarını giymiști ama neyse ki yine terlik giyecek kadar da değildi bu sefer. Bağlanmamıș bağcıklarıyla siyah conversler... "O zaman neden düzeltmedin?"

"Ters seviyorum," dedi diğer kitapları karıştırarak. Güzel.

Parmakları uzundu ve çok güzeldi ama benim parmaklarım da uzun ve güzeldi. Ondan bir farkım yoktu ki onu güzel bulayım? "Niye, düzü okuyamıyor musun?" Kaşlarını çatıp kitaplara dokunan elleri durdu ve beline yerleştirdi. "Okuyabiliyorum tabii ki?" dedi garip bir tınıyla. Kendini olduğundan daha büyük göstermeye çalışan küçük çocuklar gibi açıklama yapması tek kaşımı kaldırmama sebep oldu. Şu ana kadar bu okulda onunla karşılaşmamak garipti ve ben garip bulduğum her şeyi severdim ama onu sever miydim orası tartışılırdı.

"Dün neden beni korudun?" Elleri belinden inip direkt gözlerimin içine baktığında bayık bakışlarımı düzeltmeye çalışmadım, öyle çirkin göründüğümü biliyordum ama onu etkilemek gibi bir amacım da yoktu. Eminim zaten benden etkilenirdi. Gülümseyecek gibi olurken kendimi kastım.

"Ne yaptın da seni korumuşum ben?"

"Blöf yapma bana. Ne gördüysen anlat işte."

"Burada sorguya çekilmesi gereken ben değilim," dedi yüzünü yüzüme yaklaştırarak. "Uzaylı mısın sen? Antenlerin nerede? Kaç yaşındasın? Ya da dur dur... Hangi yüzyıldan geldin? Gelecekte ben evlenecek miyim onu görebilir misin?"

"Ne yazık ki," dedim geri çekilerek. Bakışlarım Charlie'yi aradı, hâlâ beni fark etmemiş birkaç saat sonra gireceğimiz sınava çalışıyordu. "Yaklaşık on kediyle bekar kalacaksın. Şimdi düşününce," dedim dudaklarımı birbirine bastırarak. "Çok üzülmüştüm haline ama sana anlatacak zamanı bulamadım..." Şaşkına suratıma baktı. "Şaka yapıyorsun."

"Zekisin," diyerek kolundan tutarak sürükledim. "Şimdi benimle geliyorsun ama." Kütüphaneden çıkardığımda sokağın köşesine kadar sürükledim. Öğleden sonraydı ve hava buz gibiydi, her yer oldukça kalabalıktı ve burası konuşmak için uygun bir yer değildi. Kendime önemsiz bir kurban bulduğum için şanslı ve mutluydum. "Uzay gemine mi gideceğiz şimdi? Kolumu da bırakacak mısın?" Çok sert tuttuğumu fark etmiştim. "Affedersin," diyerek geçiştirdiğimde memnun olmuş gibi gülümsediğini gördüm.

"Sorun değil. Etkilenmiş olabilirsin anlıyorum."

"Etkilenmek için dokunmama gerek yok." Sonra yanlış anlayacağını düşünerek ekledim: "Ki etkilenmedim de zaten."

Hiçbir şey söylemedi. Neyse ki.

Bu saatlerde evim tamamen boş oluyordu tek bir kişi hariç, o da zaten kıyamet kopsa uyanmayacak olan büyük annemdi. Bugünkü sınava girme niyetinde de değildim ki zaten geçemezdim ve eminim girmediğim sınavdan daha az azar işitirdim. "Bu arada," dedi dudaklarını birbirine bastırarak, bu hareketi bir an olsun dikkatimi dağıtsa da hemen toparlanıp onu dinledim. "Tanışmamız gereken konuların olacağı belli. Yani... Bir sene sınıfta kaldığım için mantıken senden bir yaş büyüğüm. Bana senpai* diyebilirsin." Kaşlarım havalandı. Biraz düşündüm.

"Ojisan* demeyi düşünüyordum ama ben," dediğimde yüzü düştü. "Ahaha. Mükemmel."







Senpai: Bireyin, kendisinden büyüklere hitap etmekte kullandığı saygı ifadesidir.

Ojisan: Büyük baba, dede anlamına gelir.

queen of sinsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin