OLIVIA - GLUTTONY
Kalbi, bedenine göre oldukça dar ve küçüktü Olivia'nın. Kurmal düz saçları omuzlarına kadar geliyordu, kolları ve bacakları kesmeyi istediği kadar etli ve dolgundu. Aynanın önüne geçmeyi reddediyordu her seferinde, yok etmişti evdeki bütün aynaları. İstemiyordu kendini, bedenini ve ne yazık ki dar kalbini. Herkesin nefret edebileceği özellikler onda toplanmıştı ki sanki, neden bu kadar iğrenç göründüğünü hiç anlamıyordu... Aşkına karşılık bile alamıyordu sırf kilosundan sevilmeyeceğinden, kalabalık ortamları giremiyordu mesela biri onu bu geniş bedende görür diye, yazın bütün arkadaşları bikiniyle sahilde erkek arkadaşlarıyla turlarken o hep evde oturup kilosunu katlayacak öğünlerini hazırlardı.
Lanet etti her gece. Benden başka bir beden çıkar da zayıflayayım diye... İkizim olduğunu söylerim, diye dua ediyordu artık inanmayı bıraktığı Tanrı'ya.
Ama Tanrı onu duymuyordu sanki.
Okulun aksine şehirden uzak bir kasabada oturuyordu Olivia, herkesten gizlemişti kasabada doğup büyüdüğünü. Madem çirkin ve kiloluyum, o zaman ben de yalan söylerim diye de kendine hak tanırdı.
Zaten hakkı olmayan bu dünyada yeteri kadar nefes vermişti.
"İnanamıyorum!" diye bağırdı bir anda Olivia'nın en iyi arkadaşı Barb. Altın gibi sarı saçları ve kocaman yeşil gözleri vardı onun, tam da Olivia'nın istediği biri gibiydi aslında. Böyle olsa ne olurdu ki sanki? Kimseye yalan söylemezdi o zaman, yemek yemezdi hiç. Hatta aç bile kalırdı tekrar almamak için, çünkü Barb çok ince ve kibar bir kızdı. "Ne?" dedi umursamazca Olivia.
"Oliver bu gece Adam'ın partisine davet etti. Hoşlanıyor galiba benden."
"Oliver gay. Senden hoşlanamaz!" Olivia patlamak üzere bir domates gibi göründüğüne emindi ama kendini durduramazdı çünkü yıllardır hoşlandığı çocuğu elinden almasına izin vermek istemiyordu. Oliver onundu. Ve bu en iyi arkadaşı da olsa, onu, ona veremezdi. "Teorilerini yanlışmıș işte. Değil gay falan. Hem..." Şeytani sırıtışı yüzünün tamamını kapladı. "Ne fark eder ki?"
Olivia ellerini yumruk yapıp Barb'ın suratına geçirmemek için kendini çok sıktı. Ondan nefret etmeye başlamıştı, Barb ve Oliver'dan. "Sen de geliyor musun partiye? İstersen elbiselerimden birini verebilirim," dedi nazikçe. "Kilonu çok kafana takıyorsun," diye de ekledi. Tabii, söylemesi kolaydı. Yine de ona Oliver'dan hoşlandığını ve ondan uzak durmasını söyleyemedi. Bundan nefret etti.
Akşam üstü eve geldiğinde elbisesini çıkartıp attığında beyaz iç çamaşırlarıyla beraber ağladı Olivia. Ağladı ve ağladı. Bütün gözyaşlarını o akşam bitirmek istercesine harcadı. Çirkindi, kiloluydu, aptal ve şımarık üçüz kız kardeşleri, sürekli iş arayan bir babası ve hasta annesi vardı. Daha ne olabilirdi ki, dünyadaki bütün insanları toplasa bu kadar dert bir araya gelmezdi. Her akşam babası geç gelirdi bu yüzden yemekleri hep o hazırlardı annesine, annesi zaten ölmek üzereydi. Niye hazırlamak zorundaydı ki?
Şımarık kardeşleri etrafı yine dağıtmıștı, ondan bu kadardı. Kapıyı kilitledi. Kapıyı çarparak kapattığı için dandik pencereleri sallandı ve birkaç eski biblo yere düşüp kırıldı. Umursamadı.
"Olivia?" diye seslendi annesi. Sesi yorgun ve hâlsiz geliyordu. "Bu gece geç geleceğim! Beni aramayın!" Alel acele dolabından geçen seneden kalma balo elbisesini çıkardı, biraz eskimişti ama iş görürdü. Kabarık kolları ve toz pembe renginin üzeri beyaz ince dantel işlemeleri vardı.
O partiye gidip Oliver'ı sahiplenecekti ve Barb'ın kıçına da tekmeyi basacaktı, bu plan onun çok hoşuna gitmişti. Oliver sonunda gerçek aşkının o olduğunu ve yanlış kişiyi davet ettiği için pişmanlık duyacaktı ama sorun değildi, Olivia onu sakinleştirirdi.
Pencereyi açıp çıktığında komşuların bahçesine girip atlarından birini aldığı gibi üzerine hiç zorlanmadan çıktı ve oradan uzaklaştı. Üzerindeki elbiseyi satın alabilmek için aylardır bu atlara bakmıştı ve atlar da ona alışkındı bu yüzden hiç sorun olmamıştı. Ahırı ve bahçeleri hızlıca geçip şehre inmesi çok uzun sürmedi, partiye girip kendini göstermek için sabırsızlanıyordu. Aslında özgüvenli değildi ama bu elbise onu harika gösteriyordu, bu da ona fazladan özgüven aşılamıștı. Atı ormanlık bir alandaki ağaca bağlayıp partinin olduğu eve doğru hızlıca ilerledi ve zaten açık olan kapıdan içeriye geçti, ortam rengarenkti ve her yer kalabalıktı ama bir sorun vardı.
Kimse, onun gibi elbise giymiyordu. Tamamen gotik tarzda paçavralar, kulağını sağır edecek daha önce hiç duymadığı bir şarkı hakimdi ortama. Neyse ki ona kimse dikkat etmemiști. Zaten bu ses ve dağınıklıkla kaybolmaması bile mucize olurdu onun için.
Planı hatırlamak istedi tekrar.
Oliver'ı kap ve partiyi terk et.
Portalı aç ve onunla birlikte diğer dünyaya git, evlen.
Heyecanı, kalbini öyle bir attırmıștı sanki boğazına kadar tırmanmıș nefes almasını engellemiști. Olivia artık küçük değildi, evlenilecek yaştaydı ve eşi Oliver olmayacaksa kimse olmamalıydı.
Oliver'ı gördü. Kahverengi gözleri irice açıldı, çok iyi görünüyordu.
Yumruklarını gerginlikle sıkıp ona doğru ilerledi ve kalabalığın arasından sıyrılarak geçti. Üzerine dökülmek üzere olan kolayı atlatıp ona varabilmiști ama Barb koladan daha büyük engel olmuştu. Siyah deri elbisesiyle Oliver'ın ağzına girecekti neredeyse, onu öpecekti. Dudaklarının değmesine izin vermeden şişko elini arasına soktu ve iki taraf da onun elini öpmüştü, Oliver'ın da öpmesi hoşuna gitmişti ama Barb için korkunç düşünceleri vardı. Elini hiç kaldırmadan kafasını geriye doğru ittirdiğinde elindeki diyet kola göğsüne döküldü.
"Ya, Olivia! Ne yapıyorsun? Ne işin var burada?" Hem sinirli hem şaşkındı, onu hiç umursamdan Oliver'ın kolunu tutup kaldırdı. Zavallı çocuk ne yapacağını şaşırmıştı, kaşları havada onu izliyordu. "Olivia? Ne yapıyorsun?" Olivia ondan daha güçlüydü bu yüzden hareket dahi edemiyor ve onun sürüklediği yere gitmek zorunda kalıyordu.
"Seni götürüyorum. Sen benimsin. Bunu bilmiyor muydun?"
"Ne? Ne zamandan beri?"
"Doğduğundan beri."
"Olivia saçmalıyorsun." Kolunu hızlıca çektiğinde birine çarpmıştı ve ortamın dikkatini çekmişti. Bu, Olivia'nın olmasını istediği şeylerin sonunda bile yer almıyordu. "Benimle gel," dedi sesini incelterek. Ona bakmak onu mutlu ediyordu. Siyah gömleği ve zincirli pantolonu onu çok çekici göstermişti, Olivia'ya göre zaten o hep çekiciydi.
O kumral saçları bile deli ediyordu Olivia'yı.
"Saçmalıyor muyum? Seni seviyorum sadece Oliver." Ortamdaki sessizlik kahkahalara bürünmüștü. Olivia bu kahkahaları tanırdı.
Alaycı, iğrenç kahkahalar...
"Kızım sen git evine yemek ye hadi," dedi arkalardan biri. "Oliver'ı yemek sandı herhalde," diye devam etti biri de. Olivia sinirlenmemek için direniyordu, ona bu şekilde görünmek istemedi. "Oliver, lütfen benimle gel. Sana daha güzel bir dünya göstereceğim, beraber yaşayalım. Beraber olalım..." Ve işte o bakışı atmıştı. O alaycı bakışı.
"Siktir ol ve git Olivia. Kendine başka bir oyuncak bul. Hayal dünyasında yaşıyorsun."
"Ama--" Suratına atılan boş kola kutusu sözünün kesilmesine sebep oldu ve içinde kalan son damlaları da göğsünden içeriye akmıştı. Sinirlenmeme sınırı çoktan aşılmıștı. Suratına atılan teneke kutuyu yerden alıp Oliver'ın kafasına fırlattı ve yan masadan bira fıçısını tekmeledi. Yumruklarını sıka sıka kapıyı açıp çarptı ve atın aksi yönüne giderek caddeye çıktı, atlı arabaların sıkı olduğu yolu geçip çıkmaz sokaklardan birine girdi. Etrafını hiç kontrol bile etmeden portalı açtı ve yaydığı kör edici ışıklar içinden kayboldu Olivia. Tek gideceğini düşünmemişti, onun geleceğine o kadar emindi ki oysa...
Sonra kraliçe olmak için kimseye ihtiyacı olmadığını ve tek başına o halkın efendisi olmayı düşledi, onların birine ihtiyacı vardı. Bir kraliçeye.
Bu akşam olanları tamamen unutmuş ve tacı başına geçireceği anı bekliyordu. Kendi aptal dünyasında başaramamıştı herkesin beğendiği o kız olmayı ama burada herkesin taptığı kadın olacaktı Olivia, buna emindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
queen of sins
FantasyBir dünyam vardı sadece, nefes almak kolaydı yaşamanın zorluğu kadar. İki dünya arasında paslı bir anahtardım, kapım yoktu kapatıp kendi başıma kalacağım; kimseler girmesin diye kilitleyip zihnimi boşaltacağım... Bu dünyaların anahtarı da bendim...