five - promise

9 3 0
                                    

Bu küçücük dünyaya ne kadar kötü insan sığıyordu, nasıl barındırabiliyordu ki bir müddet sonra taşmıyordu... Diğer herkese verilen bu kalp, onlara verilmiyor muydu ya da kullanılmasını mı bilmiyorlardı... Belki de doğmadan yıllar önce tek tek öğretilmeliydi iyi biri olmak nasıl diye, öbür türlü bu zihinler arındırılmıyordu işte. Bir kere kötülüğü seçtiklerinde, bir kere o toprağa gömüldüklerinde kimse göremez ve duyamazdı seni ama bu kör ve sağır oldukları için değil canları istemediklerindendi. Onlar da bu kirli toprak altındaydı çünkü, kimse kimseyi umursamazdı ve böyle bir virüs gibi herkese bulaşıp yok ederdi.

Bu dünya böyleydi diye düşünürdüm; bu dünya artık kendini kendi içine yok etti artık bir geri dönüşü olmaz ki diye. Sonra başka bir dünyaya açılan anahtar olduğumu fark ettim bundan iki yıl önce. O geçitten ilk geçtiğimde bir rüyada olduğumu düşündüm, ikincisinde bir kâbus ama üçüncüsünde tekrar cesaret edemedim. Çünkü bunun gerçek bir kâbus olduğunu fark etmiştim, hiç uyanamayacağın sonsuz bir döngüye girmiştim ve çıkışı yoktu.

Çok düşünmüştüm. Kötülüğün cirit attığı bu dünya yetmemişti kimseye, başka bir dünya daha vermişti ellerime. Ve bu sefer baş etmek daha zordu.

Nefes almak olsun, yollarda yürümek, kasvetli gökyüzüne bakmak, yağmur damlalarını izlemek hatta bir kediyi sevmek bile zor gelmişti. Yoktu biraz olsun mutlu olacağım bir şey, zamanım da öyle. Eğer geç kalırsam bir şeylere, o kadın her şeyi avucunun içine alıp yok edecekti. Parça parça edecekti. Kaç yaşındaydı bilmiyorum ama her şeye sahip olan bu kadının karşısında sadece 18 yaşında bir velet vardı ve bu velet daha matematik problemlerini bile çözemiyordu. Kaldı ki ona karşı gelip bu iki dünyayı da kurtarsın... Ha ha. Acınası.

"Daldın gittin." Elini gözlerimin önünde sallayarak beni kendime getirmeye çalıştı. Daldığım yerden çıkıp gözlerimi ona diktim. Odama kadar büyük annemden gizlice sokmuş sandalyeme oturtmuştum, ben de karşısına geçip yatağıma çömelmiştim. Yalnızca beş dakika olmuştu buraya geleli ama sanki saatler geçmişti. Onu oraya götürüp götürmeme konusunda keskin bir çelişki içerisine geçmiştim ama hâlâ kararım kesin değildi, ona güvenmeyi geçmiştim her şeyden önce. Hiç tanımadığım biri de olsa böyle bir tehlikeye sokabilir miydim? "Yine gitti," dedi kafasını iki yana sallayarak, geriye yaslandığında hızlıca ayaklandım. Bu onun irkilmesine sebep olmuştu.

"Sana neden güveneyim? Sebep vermelisin," dedim sanki onu zorla bu duruma sokan ben değilmişim gibi. Aslında ilk onunla ortak olma düşüncesi mantıklı gelmişti ama zaten başımı yaktığım bu duruma onu da sürüklemek bencillikten başka bir şey değildi. Vazgeçmeliydim.

Eğer ona karşı böyle bir tavır alırsam belki de pes eder giderdi. Kimse istenmediği yerde durmazdı. "Güvenemezsin zaten," dediğinde istediğim cevabı vermediğini düşündüm. Bana güvenebilirsin, lütfen, diyebilirdi ya da bana güvenmen için her şeyi yaparım falan diye de saçmalayabilirdi ve bu şekilde onun bu aptal düşüncesini yıkmak için elimden geleni yapar ondan kurtulurdum. "Güvenmiyorum da zaten. Ne malum senin şu arkadaşlarına anlatmayacağın?" Lütfen. Git.

"Robert zaten herkese anlattı ama kimse ona inanmadı ve inanmadığı için beni de şahit olarak yanında sürükleyip herkese delil sunmaya çalıştı. Ben de geceden kalma kafası güzeldi dedim. Senin için, Robert'ı sattım." Tanrım!

"Sen manyak mısın? Arkadaşlık daha önemlidir!" Saçmalıyordum. Ona güvenmemem için her şeyi söküp parçalarken o çoktan eski haline getirip yeni gibi yapıyordu. En kötüsü de bunun farkında değildi. Tek kaşını kaldırmıştı, garip garip suratıma bakıyordu. Gün bitmek üzereydi ve annemler neredeyse burada olurdu, ya onun buradan gitmesi gerekiyordu ya da bizim.

Son kez şansımı denemek istedim.

"Bak..." Gözlerimi yumup sözcüklerimi toparladım. "Her şey çok karmaşık, bu yükün altında nefes alamazsın. Kaldı ki ben çoktan ölmüştüm. Yani..." Dudağımı dişledim. "Gelmemen daha iyi," deyip kestirip attım her şeyi. Yeteri kadar tehlikeye girecek biriydim, buna başka birini daha sokmak istemiyordum. Bu işin sonunda yani başardığımda ölen biri olacaktı ve bu kişi tek biri olmalıydı. O da bendim. Buna, sırf tanımadığım biri diye sokmak tamamen bencillik olurdu. Bu portal bana verildiyse bunun tek sebebi işin içinden tek sıyrılarak çıkacak kişinin ben olduğumdu.

"Neden? Amacın ne ki senin, bu şeyi yaparak çok pis işlere mi bulaştın? Öğrenmemen bir haltı mı öğrendin, nedir bunun olayı?"

"İki dünyanın da başına geçerek evrenin sahibi olmayı hayal eden kraliçeyi alt etmem gerekiyor. Peki sen hâlâ, benimle misin?"

Vazgeçmen gerekiyor, tüm bu olanları aklına yediremeyip pes etmen ve gitmen gerekiyor. Dinle beni Japon çocuk, canını seviyorsan gitmeli ve mutlu bir hayat yaşamalısın. Aksi taktirde geride kalacak tek bir hayata bile sahip olamayacaksın.

"Söz veriyorum," dedi elini uzatarak. Ayakta durmaya devam ediyor ve tam gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu. Gözlerimiz aynıydı, aynı hizada ve aynı renkte. "Her zaman seninle olacağım." Elini tutmak istemedim. Buradan gitmesini istemiştim ama neden bir yanım yine de kalmasını istiyordu? Yalnız olmak bir süreden sonra beni boğmuștu. Bir ortağa ihtiyacım vardı. Birine. Bu bencillikse bencillik olsun.

Ben bencil olmayı kabul ediyordum. Elini sıktım.

"Sözünden artık geri dönemezsin Kato Takashi."

queen of sinsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin