"Onu öldürmeli miyiz? Ne?"
Kafamı yavaşça sallayıp tepkisini ölçtüm bir süre, kafası karışmıştı ve nerden soru soracağını ya da ne soracağını bilmiyormuş gibi görünüyordu. Onu anlıyordum, kolay bir şey değildi buradan başka bir dünya daha olduğunu öğrendikten hemen sonra böyle bir risk alacağımızı... Kaybetmek veya kazanmak yoktu, ya ölecektin ya da öldürecektin. "Peki sen..." dediğinde kaşları çatıktı, yere bakıyor doğru kelimeleri bulmaya çalışıyor gibiydi. "Ne zamandır bu işin içindesin?" Gloria aralık kapımdan içeriye süzülerek girdiğinde hemen arkasından kapattım kapıyı. Kendini pek sevdirmeyen huysuz bir sokak kedisiydi. Yeşil parlak gözleri ve ortaya karışık renkli tüyleri vardı.
"İki yıl olacak sanırım." Bakışlarını yerden çekip gözlerime odakladığında dudaklarımı birbirine bastırmamak için direndim, iki yıl hiç de az değildi. Bu üzülmeme sebep olmuştu. Son iki yıldır kendimi kaybetmiş ve deli gibi planlar hazırlıyordum, sarayını dışarıdan gözetleyerek tek tek harita çıkarmaya çalışıyordum ki böylelikle içeriye girmenin daha kolay olacağını düşünmüştüm ama ne yazık ki çok yardımcı olmamıştı. Böyle, bir planım daha suya düşmüştü. "Kafayı yemiş olmalısın," dedi şaşkınlığını biraz olsun saklamayarak. Yaklaşık yarım saattir bunun hakkında konuşuyorduk ve o daha ilk defa tepkisini ortaya koymuştu. "Neden birinden yardım almadın diye sormayacağım, eminim kimse böyle bir şeye inanmazdı. Ben bile gördüğüm hâlde hâlâ inanmakta güçlük çekiyorum." Gloria daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yaptı. Takashi'nin bacağına sürtündü, bu hareket sevgi göstergesiydi ama bu evdeki kimseye yapmamıştı bunu. Bu ilkti, sanırım ondan hoşlanmıștı.
Dış kapının açılma sesi sessizliğimizi kestiğinde hızla ayaklandım. "Annemle babam geldi. Seni görmemeleri gerekiyor." Gözlerini kıstı, bu onun küçük gözlerini daha da küçültmüștü. "Neden?"
"Ben buraya Charlie'yi bile getirmiyorum çünkü! Kesin seni şey sanacaklar..." Elini ensesine atıp kapıya doğru baktı. "Ne sanacaklar?" Parmaklarımı saçlarıma doğru geçirip odayı hızla taradım, onu saklayacak herhangi bir yer aradım ama odam küçüktü ve o boyuyla hiçbir yere sığmazdı. Tanrım, cidden!
"Sora, evde misin?" Annem hemen içerden seslenmiști ve ben panik atak geçirecek hâle geldiğimde onun bileğinden tuttuğum gibi gardıroba sokmaya çalıştım. "Beni normal bir arkadaş olarak tanıştırabilirsin! Buna gerek yok. Ah, kafam!"
"Lütfen sus ve sesini çıkartma. Lütfen, lütfen!" Pes ederek kapağı kapattı. "Çabuk ol, nefes alamıyorum." Hızlıca odadan çıktığımda herkesin gözü, telaşlanmıș yüzümdeydi. "Hayret evdesin. Otur masaya."
"Aç değilim," dedim hemen. "Charlie'yle gelirken yemiştim, ha bi'de onlarda kalacağım bugün. Çıkarım birazdan siz yiyin," diyerek onlara söz hakkı tanımadan mutfaktan çıktığımda koridordan odama doğru hızlıca geçtim. Sonra, bugün Charlie'yi ekip direkt eve geçiş yaptığım aklıma gelmişti, onu ekmiștim ama şimdi onu arayıp beni idare etmesini söyleyecektim, yine. Son zamanlarda onu gereğinden fazla kullanıyordum ve bu benim kötü hissetmeme sebep oluyordu, en kısa zamanda gönlünü almalıydım... Rehbere girip aramaları tuşlarken aynı zamanda gardrobun kapağını açıyor ve çıkmasını işaret ediyordum. "Evet?" Sesi kesinlikle bugün ekilmiș gibiydi.
"Bak, bugün için üzgünüm ama beni bu akşam da idare etmelisin. Lütfen Charlie. Yalvarıyorum." Takashi uyuşmuş bacağı yüzünden birkaç gerilme hareketi yaptı. Kolunu kafasının arkasına koyarak çekiştirdi. Boynunu da kütlettikten sonra onu izlediğimi fark ederek somurttu.
"Hayır, idare falan edemem! Bana ne işler çevirdiğini anlatırsan işler değişir. Bana anlat Sora. Benden uzaklaştığını hissediyorum." Kafamı iki yana salladım görebilecekmiș gibi. "Üzgünüm Charlie. Belki başka zaman. Kapatıyorum, beni idare edebileceğine inanıyorum görüşürüz." Telefonu kapatıp yatağın üstüne attığımda Takashi'nin soru işaretlerle dolu yüzüne baktım, herkes benden hep açıklama bekliyordu ve ben de açıklayamamaktan yorulmuştum... Her şey kolay olsaydı bu kadar, tek bir cümleme baksaydı hiç susmazdım. Konuşur dururdum, anlatırdım her şeyi tüm çıplaklığıyla ama olmayınca olmuyordu işte. Her şey bu kadar basit ve yüzeysel olmuyordu.
Ellerimi kaldırıp parmaklarımı araladım. Sanki dikiş atılmış bir yarığı dikişlerini söker gibi yardığımda loş ışıklı odanın içerisi renklerini ayırt edemediğim ışıklarla kaplandığında boylu boyunca bir delik açılmıștı, bu beni bazen çok yorabiliyordu. Avuç içlerimden parmaklarıma doğru bir sızı oluyordu ama hemen geçiyordu acısı.
Portal tam anlamıyla açık bir şekilde önümüzde dururken eski, tahtalı ve tek odalı evimin içerisini görebiliyordum. Takashi'ye baktım göz ucuyla, tepkisini ölçmek istedim ve beklediğimde daha büyük bir şaşkınlıkla donakalmıștı. Sol elini uzatarak diğer tarafı kontrol etti garip bir şekilde, önce salladı sonra yumruk yapar gibi açıp kapattı.
"Ne yapıyorsun?"Şaşkınlıktan cevap bile vermemişti. Ayağını da sokup içeriye yavaşça girdi, ben de arkasından hızlı bir şekilde atladığımda yarık kapandı. Evim tek odalıydı ama balkonu vardı ve balkondan bütün mavi şehir gözüküyordu. Duvarımdaki tahtalar çivilediğim teorilerimi es geçip balkona çıktı ve ellerini tahtalara dayayarak etrafı izledi hayranca. Ben de hemen yanına geçtiğimde hâlâ şaşırılıcak bir şeyi izlemediğini fark ettim. Çenesini hafifçe tutup kaldırdığım okyanus kaplı gökyüzünü gösterdim. "Hassiktir! O ne lan!"
"Ephustica'ya hoş geldin."
Yüzünü inceledim bir süre, okyanusun hareketli mavi gölgesi yüzünde dans ederken gözlerimi alamamıștım. Profili iyi görünüyordu, böyle bir tiplemenin nasıl aptal hareketleri olurdu ki? Saç tutamları alnına düşerdi ama bu sefer gardrobumun içerisinde kaldığı için terlemiști bu yüzden arkaya doğru ittirmiști. Yüzünde sayamadığım minik benleri bile yakışıyordu. Ne yaptığımı anlamayarak hemen çektim gözlerimi yüzünden.
İşaret parmağını kaldırdı. "Mürekkep balığı mı o! Yuh anasını satayım, balina bile var! Anasını sikeyim, aşağı iniyorum ben!" Kaşlarımı çatarak arkasından koşturarak gittim. "Dur, bekle!"
Kapıyı açıp merdivenlerden inerken yetişememiștim. Gördüğü en büyük ağaca tırmanarak saniyeler içerisinde en yukarıda olmuştu ama hâlâ balıklara yetişememiști. Aşağıda onu sabırla beklemeye başladım, en azından şokunu atlatana kadar. Ben de ilk buraya geldiğimde aynı tepkileri vermiştim ama gidip de en büyük ağaca tırmanıp aptalca hareketler yapmamıştım ki... Mantıklı düşünerek sadece uzaktan izlemeyi seçmiştim. Kollarımı birbirine bağladığımda merdivenlerden atlaya zıplaya gelen Gloria'yla gözlerimiz buluştu. "Gloria! Senin burada ne işin var be kadın!" Koşarak kucakladığımda huysuzlanıp kucağımdan indi ve kuyruğunu sallayarak umursamazca patilerini temizledi. Takashi de aşağı indiğinde şaşkınlığının geçtiğini gördüm. "Kimle konuşuyorsun?"
"Kedimle. Portaldan geçmiş olmalı, hep senin yüzünden. Orada iki saat oyalanıp durdun!"
"Her gün portallar açarak girip çıkmıyorum, ne yapayım?"
"İyi bari geçti mi şaşkınlığın?"
"Yoo, geçmedi daha. Hemen alışamam buraya." Gözlerimi devirdim. Pes ederek "Tamam haklısın, ama hemen işe koyulmamız gerekiyor," dedim bıkkınca.
"Siz ikiniz bir boku beceremezsiniz." İkimiz de yabancı bir kadın sesiyle irkildiğimizde etrafımıza bakındık aceleyle, biri bizi dinliyordu ve ben bu tartışma yüzünden fark etmemiştim.
"Aşağıdayım aptallar. Takashi, üzerine alınma tatlım ama biraz aptalsın." İrice açılmış gözlerimle Takashi ile aynı anda Gloria'ya baktığımızda bilmiş suratıyla bize zaten baktığını fark ettim, posta kutusuna atlayarak yeşil gözlerini ikimizin üzerinde bir süre sessizce gezdirdi.
"Dua edelim de biri yanında az pişmiş et getirmiş olsun," dedi dilini çıkartıp açlıkla yalanırken. Patisini de midesinde gezdirmiști."Daha göstermen gereken bir şey var mı?" diye sordu Takashi şaşkınlıkla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
queen of sins
FantasíaBir dünyam vardı sadece, nefes almak kolaydı yaşamanın zorluğu kadar. İki dünya arasında paslı bir anahtardım, kapım yoktu kapatıp kendi başıma kalacağım; kimseler girmesin diye kilitleyip zihnimi boşaltacağım... Bu dünyaların anahtarı da bendim...