Bir zamanlar Ephustica'da...
Bir kız vardı: Henüz 25'lerinde zarif, kibar ve herkesin güzellik standartlarına uyan... Yani bu, herkesin gördüğü kadarıydı.
Ruhu o kadar da iyi değildi, bedeni gibi 25 göstermiyordu hiç, kalbi kibar değildi herkesin görebildiği davranışlarının aksine. Zarif de değildi ki öfkeden kendini parçalıyordu, her şeyden istiyordu; hiç yeterli değildi yaşadığı hayat. Daha fazlasını istiyordu, her gece uyumadan önce tırnaklarıyla avuçlarını delik deşik edip daha fazla hayata sahip olmanın hayaliyle kavruluyordu.
Bazen yüzünden nefret ettiği zaman, aynanın icat edilmediği diğer tarafa geçerek çirkin insanların suratında oyalardı kömür karası gözlerini. Siyah saçları her beline uzayıșında kestirip birine satar ve karşılığında yakut alırdı, çünkü burada senin için değerli olan değerliydi ama Mathilda, yakutla da aç gözünü doyuramamıștı. Onun istediği tek şey Wanda'nın yerine geçmekti. Tahtın ve tacın tek sahibi olup iki dünyayı da avucunun içine almaktı.
Eh, işte, o zaman mutlu olabilirdi belki.
Mathilda böyle biri değildi ki, kusursuz olmak ona kusurun ne olduğunu unutturmasını sağlamıştı. Daha fazlasını isterken aslında ne kadar aç biri olduğunun farkında değildi belki de, sadece her şeyin onun için yaratıldığını sanıyordu. Birinin ona Tanrı'nın varlığından da haber etmeliydi. Yanlış yetiştirilmek bunun gibi sonuçlar doğurabiliyordu, mesela Kraliçe Wanda'nın yerine geçebilmek için onu öldürmeyi kafaya koymak gibi... Canice, yıllardır bu zamanını planlıyordu. Bu günün Mathilda için ne kadar önemli olduğunu kelimelerle dile getiremezdi. Her detayı ilmek ilmek işlemişti aklına ve başaracağına da emindi, o asla başarısız olmazdı.
Bu kendine olan güveniyle gülümsüyor, heyecandan kendine engel olamıyordu.
Hiçbir şekilde koruması olmayan saraya kolayca girip odasının kapısında dikildi. Odası kocamandı, camları boylu boyunca tek bir duvarı kaplıyordu ve dolunayın safirimsi ışığı odaya ışıltı katmıştı. Mathilda siyah gözlerini yatağa doğru çevirdi, şaşkınlıktan küçük dilini yutmak üzereydi. Gümüş kaplamalı yatağı bile vardı. Yatağın üzerinde ince ince işlenmiș incecik naif bir tül vardı ve kıyılı camdan gelen tatlı rüzgârla hareketleniyordu. Ölümü bile, diye içinden geçiriyordu Mathilda. Kusursuz olacaktı.
Tekrar ayın ışığıyla parıldayan gümüş yatağına baktı, benim de olmalı diye geçirdi aklından. Sonra elini dudaklarına götürerek kıkırdadı. Zaten onun olacaktı. Elleri bir an olsun titremedi, kalbi bir saniye olsun hızlanmadı.
Kapının önündeki asılı gümüş kılıcı sakince sıyırdı, dolunayın ışığı muzzam bir şekilde kılıcın metal yüzeyine yansıyordu. Bu onu heyecanlandırdı. Kraliçe Wanda'ya yaklaşarak üstüne çıkıp kılıcı bir saniye olsun düşünmeden tam kalbine sapladı ve sıçrayan kanı umursamadı, kılıç tamamen sokulmadan hemen önce Wanda dehşetle uyandı. Gül kırmızısı dudaklarının arasından ondan daha koyu bir kırmızıyla çenesine doğru süzülüșünü izledi. O kadar parlak ve koyu bir kırmızıydı ki kan... Başarmıştı.
Artık bu yatak, bu oda, bu pencere hatta bu saray onundu. Gülümsemesini durduramıyordu, dudaklarını birbirine bastırdı. Kılıcı bırakıp yataktan aşağı indi. Elleri sıçrayan kan yüzünden yapış yapış olmuştu, yüzünü buruşturup odanın içerisinde gezindi. Bundan sonrası artık çok daha kolaydı. Wanda'nın yerine geçip onun gibi davranmaktı planı ama tabii, kimse onun kim olduğunu anlamayacaktı. Mathilda değildi artık. Onun adı Wanda'ydı. Kraliçe Wanda.
Artık o, bu dünyaya aitti hiç şüphesiz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
queen of sins
FantasíaBir dünyam vardı sadece, nefes almak kolaydı yaşamanın zorluğu kadar. İki dünya arasında paslı bir anahtardım, kapım yoktu kapatıp kendi başıma kalacağım; kimseler girmesin diye kilitleyip zihnimi boşaltacağım... Bu dünyaların anahtarı da bendim...