seventeen - not to exist

3 1 0
                                    

Her kraliçe sorumluluğunu almak zorundaydı. Ne erken davranmalıydı ne geç, her şey kararındaydı. Eğer ki biri tacı erken takarsa kendisini öldürme isteği oluşurdu; geç taksaydı da kendinden önceki kraliçenin amacının sınırı așardı. Kısa süreli dengeydi, kimsenin bozmak istemeyeceği türden korkunç bir döngü.

Sonsuz değildi ama başı da yoktu.


Yedi Ay Sonra...

"Majesteleri. Sizi görmek isteyen biri var." Camdan dışarıyı izlemeye devam ettim bir süre daha, yorgun bakışlarımı çekmeden "Gelsin," diye mırıldandım sessizce. Camdan kendi yansımamı gördüğümde nefretim yavaşça filizlenmeye başlamıştı, o değildim sanki. Pırıltılı, taşlı göz makyajım, rujum ve uzun zamandır göremediğim yıldızlar gibi serpilmiş çillerim vardı hâlâ yüzümde. Sonradan icat edilen aynaları yok etmiştim oysaki bir daha kendimi görmeyeyim diye, gözlerim bile onu hatırlattığından unutmak istiyordum yüzümü. Gözyaşım tükenmişti artık, tek bir damla çıkmazdı.

Zincirli kapı aralandığında camın yansımasından kimin olduğuna baktım. Geniş beyaz merdivenlerden çıktığındaki ayak seslerini dinledim bir süre. Ölüm sessizliğindeki sarayın içinden geliyordu tok sesleri, ürpermeme sebep olurken beklemeye devam ettim. Uzun zaman olmuştu benden başka birinin varlığına işaret eden sesi dinlemek.

Yansımadan kim olduğuna baktım. Takashi.

O olduğuna inanamadığım için arkamı dönmüştüm ama yine de oydu, yansıma falan değildi bu sefer ya da gecelerimi birbirine katan kâbus. Öylece karşımda dikiliyordu, siyah takım elbisesi onu daha çok zayıf göstermişti ama hâlâ iyi görünüyordu. Aksime.

Kapılar arkasından kapandığında gözlerini buluşturdu yüzümle. "Yıl sonu balosu vardı," dedi üzerindekileri açıklamak istercesine. "Sensiz pek eğlencesi olmadı aslında." Gülmeyle karışık yalan bir tebessümle. Ağzımı istesem de bıçak açmadı. O ise devam etti. "Annenlere gittim bugün..." Gözlerim yanmaya başlarken gözyaşlarımı hiç de yok edemediğimi düşündüm, hâlâ eskisi gibiydi. Eskisi.

"Seni sordum... Ama daha önce hiç çocuklarının olmadığını söylediler," dedi zorlukla. Konuşmadım. Ben sessiz kalmaya devam ettikçe o konuşmaya devam ediyordu ama bundan şikayetçi değildim, konuşmak artık isteyebileceğim son şeydi. "Ama annen eğer kız çocukları olursa adını Sora koyacaklarını söyledi. Seni hatırlamıyorlar," diye mırıldandığında bakışlarını kaçırdı. Bunu biliyordum. Tacı taktığım anda oradaki varlığım silinmişti, bunu herkesten önce bilmek canımı yeteri kadar yakmıştı ama yine de sesimi çıkarmadım. Her şey hata olabilirdi ama bu hatanın başını getirdiysem sonunu da ben bitirebilirdim. "Sonra Charlie'ye gittim ve ona sorduğumda asla bir kızla arkadaş olmayacağını söyledi pușt," dediğinde gülüyordu gözlerime bakarak. Üzüldüğünü görebiliyordum.

O da benim üzüldüğümü görebiliyor muydu?

"Onlar seni hatırlayamadığı için acıdan haberleri olmayabilir," dediğinde sanki yedi ay öncesi gibi beni hiç umursamayarak atmıştı kalbim. Bir kere de benden yana olsaydı ne vardı sanki. "Ama ben hatırlıyorum seni. Ben hissediyorum acını ve bunu kimseye anlatamıyorum." Acımı hissediyordu ama kendisi acı içinde değildi. "Bunun için mi geldin?" dedim dolan gözlerimin kurumasından cesaret alarak. Düz ifademi süzerken kaşlarını çattı. "İstemiyordun gelmemi."

Kafamı salladım hafifçe. "Boş yere gelmișsin. Buradan ayrılamam."

"Aileni ve arkadaşlarını geride bıraktın. Buna rağmen burada kalmaya devam mı edeceksin?"

"Arkadaşlarım? Benim bir tane arkadaşım vardı."

"Ben de senin arkadaşınım Sora. Hem konuyu değiştirme." Bakışlarımı kaçırıp kırmızı perdelere baktım. Odamdaki kırmızı perdelerin aynısından her yere taktırmıștım ama odamdaki perdeler dışında hiçbir şey aynı değildi: Gümüş çerçeveleri kaldırtmış ve dolaplarla yatağımın rengini değiştirmiştim. Mathilda'dan geriye hiçbir iz kalmasın istemiştim ama ondan iz vardı hâlâ. "Sen benim hiçbir zaman arkadaşım olmadın," dediğimde ona bakmamaya gayret ettim, sanki baksam beni sevmediği için özür dileyecektim ondan.

"Onca şeye rağmen beni hâlâ arkadaş olarak görmeyebilirsin ama ben görüyorum. Charlie kadar önemli olmayabilirim senin için ama ondan daha çok şeyi paylaştık."

"Sevgini," dedim göz ucuyla ona bakarken. "Sevgini paylaşmadın." Sonra titreyen parmaklarımı buğulanmıș camda gezdirdim.

Gözlerini kırpıştırdı. Sevgimden zaten haberi vardı ama hiçbiri zaman dile getirmemişti, seni sevmiyorum dememişti ama onun adını söylediğinde de gerek kalmamıştı. Birçok kişiyi arkamda bırakmıştım zaten, bunun hatırası hiçbir zaman zihnimi rahat bırakmadı ama o da bırakmamıştı, sanki bunda hakkı varmış gibi... Hakkı yoktu; ne zihnimde ne de kalbimde azıcık yer de olsa kaplamaya. Annemin benden haberi yoktu ama kızı olsa Sora koyarmıș ismini, az da olsa onların hatıralarında hâlâ kanlı canlıydım, sadece onlar görmeyi bilmiyordu. Bu yüzden onları düşünmeyi bırakmıştım ama o hatırlıyordu. O dünyadan bir tek beni o biliyordu, benimle burayı gördüğündendi belki de ya da benimle bir bağı olduğundan.

Eminim burayı gördüğü içindi yoksa benimle bir bağı falan olamazdı.

"Seni sevmeyi denedim," dedi sadece, ama bu bile benim gururumu yerle bir etti. Ne gurur ama! Beni buralara kadar getirebilmiști! O tacı bana taktırabilmiști, o tahta oturtabilmiști, buranın kraliçesi yaptırabilmiști.

Ama onun kalbinde azıcık yer bulamamıştı bana.

"Denedin ve olmadı. Hâlâ sorun ne? Buraya gelmemeliydin." Yedi ay öncesinde beni ziyarete gelmesi için ona gücümü miras bırakmıştım. Bunu da Ralph'tan öğrenmiştim. Miras kalan bir güç onun için zor olmalıydı. Ralph çok şey biliyordu.

Ralph. Mathilda'yı öldürmemiz için bizi kullanan kişiydi, ondan yaşadığını saklıyordu çünkü o da onu hiç sevmemişti ve Mathilda ona karşı hep öfkeliydi. Oysaki ne kadar da çok benziyorduk Mathilda'yla. Kaderimiz de benzer miydi?

Onların hikayesini merak ediyordum ama hiçbir zaman öğrenemeyeceğimi de biliyordum.

"Seni görmeliydim. Seni hatırlayan birine ihtiyacın olabilir diye düşündüm." Kaşlarımı çatarak kabarık elbisemin kenarlarından kaldırıp ona yaklaştım öfkeyle. "Yanlış düşünmüşsün! Benim kimseye ihtiyacım falan yok."

Ellerini salladı gergince. "Tabii ki ihtiyacın falan yok Sora. Ama seni herkes burada kraliçe olduğunu bilmekten başka hiçbir bilgiye sahip değil. Çabuk sinirlenen bir yapın olduğu için kendini tuttuğundan, aceleci ve her şeyi zamanında yapmaya çalıştığın halde hiçbir şeye yetişememenden... Sadece birkaç günlüğüne de olsa seni ne kadar çok iyi tanıdım. Onlar seni hiçbir zaman bu kadar tanıyamayacak."

"Ben tanıtırım halkıma kendimi." Dudaklarım titremiști sanki kurduğum kelimeler yüzünden. Benim halkım.

"Bazen... Birini tanımak için sözcüklere gerek kalmayabilir," dedi, gözleri pencereden dışarıda oyalanırken. İşte yine oluyordu, okyanusun mavi gölgeleri yine yüzünde dans ediyordu. Saçları ilk defa bu kadar düzenli ve taranmıştı, parfümün kokusu her yeri sarmıştı. Keşke bu koku hep sarayımda kalsaydı, dağılmasaydı. "Irene..." diye mırıldandım istemsizce. "Onu seviyor musun hâlâ?"

Gözleri yüzümde oyalandı bir süre, sanki zaman kazanıyordu kendine. Ne kadar trajikti. Benim hiçbir zaman, her şeyi yapacak zamanım olmamıştı ama onun daima kazanacak bir zamanı vardı ve bunu çok iyi kullanıyordu. Gözlerinin yüzümde oyalandığı zamanın hiç bitmesini istemedim. Kalbim ne kadar da kolay yenilmişti.

Sessiz kalmaya devam etti. "Haklıymışsın. Sözcüklere gerek kalmayabiliyormuș. Onu bu kadar çok sevdiğini bilmiyordum."

"Üzgünüm."

Ona biraz daha yaklaştım. "Umarım onunla mutlu olursun Kato Takashi. Ve bir gün kızın olduğunda, varlığım hâlâ tamamen silinmeden önce adını Sora koymanı istiyorum. Bunu benim için yapabilir misin?"

Ben aynı kalacaktım. Hep 18 olarak sonsuzluğumda boğulacaktım. Hep burada olacaktım, yıllar yanımdan geçip giderken ve herkesin yaşlandığını izleyerek küçük bir kız olarak kalacaktım. Herkes hep genç kalmak isterdi, büyümek istemezdim mesela küçükken ama her yaşı tatmak için bir nedenin vardı. Her yaşın kendine has hikayesi... Benim hep, sadece bir hikayem olacaktı ve daima benimle birlikte kalacaktı.

"Senin varlığın hiç silinmeyecek oradan. Çünkü seni hiç unutmayacağım Ito Sora."




queen of sinsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin