thirteen - deadlock

3 3 0
                                    

İnsanlar dengesizdi. Ve aynı zamanda birer terazi.

Her şeyiyle mükemmel, iyimser, nazik ve samimi bir insan bulamazdık şu dünyanın dört bir yanını dolaşsak. Her yeri arasak, didik didik etsek köşe bucağı, böyle çıkmazdı biri. Çünkü herkes üzgündü nihayetinde; öfkeliydi, kinliydi her şeye, kötü düşünceleri atamazdı o avuç kadar karanlık zihninden. Beceremezdi bir kere, herkesin o dilediği kusursuz insan olamazdı, çünkü zaten herkes de oydu ve o da herkesti. Eleştirdiğin o herkesin sen olması kadar ironikti bu dünya.

Aynaya bakıyormuș gibi hissettin mi hiç o kalabalığa bakarken? Hissedemezdin. Bakmıyordun ki aynaya hiç; o kalabalığın içindeyken.

Çok arkadaşım yoktu ama herkesle hemen hemen iyi anlaşırdım, ailemle de aram kötü değildi ara sıra ufak tartışmalarım dışında. Aşkta da iyi değildim, zaten hiç öyle bir ayırdığım özel vakit de yoktu. İyi değildim çünkü denememiștim hiç ama Charlie denesem ne kadar kötü olabilir ki diye beni hep gaza getiriyordu. Gazına gelmemiştim.

Yine de hayatım çok karmaşık değildi aslında, tamam, karışıktı ama yoluna koyacağıma inanıyordum. Sonra her şey bitecekti ve eski herkesin bildiği normal hayatıma devam edecektim, hiçbir şey olmamış gibi. Buna emindim. Bir kere planım vardı. Hem... O da vardı yanımda. Halledebilirdim.

Sınavlar hiç olmaması gereken gün art arda gelirken, neyi nasıl yapacağım şaşkınlığı her yerimde taşıyordum. Sabah kahvaltısını unutmuştum ve apar topar okula gelmiş Charlie'yle okulun kütüphanesinde buluşmuştuk, bütün bildiklerini bana anlatırken ezberlemeye de çalışıyordum. Alışkındım sınavın olacağı günün sabahı ezber yapmaya, bu yüzden çok zorlanmamıștım. Aceleyle evden çıkmışım ama üzerime doğru düzgün bir şeyler geçirebilmiștim: Siyah ve bol bir kot etek üzerine boğazlı gri bir kazak geçirmiştim. Bacaklarım ince külotlu çorapla donuyordu ama soğuk hiçbir zaman beni durduramamıștı.

Kütüphanede işimiz bittiğinde siyah ceketimi tekrar giyip kitapları topladım. "Sadece bir haftanı ayırsan bile iyi bir not alırsın, neden her seferinde bu strese giriyoruz ki?"

"Bir hafta mı strese gireyim... Yoksa sadece bir sabah mı?"
Kafasını iki yana salladı, bu tamam sen kazandın, demekti. Charlie'ye baktım yandan, renkli tarzı hep hosuma gidiyordu. Soluk kırmızı bir sweatshirt üzerinde neon baskısı ve beyaz yırtık dar pantolonu. Her gün iki farklı renk seçerek üzerine geçiriyordu, benim gibi değildi. Hep aynı kombinden farklı parçaları giyinmezdi.

Charlie zengin ve çevresi geniş olduğu halde benden başka biriyle takılmıyordu, arada futbol maçlarına katıldığı ve arkadaşlarıyla buluştuğu zamanlar olurdu ama bu çok nadirdi. Ona her ne kadar istediğin zaman takılabilirsin desem de hiçbir zaman gitmezdi, bu beni üzüyordu bazen. Benimle arkadaş olma zorunluluğu varmış gibi hissediyordum, sanki onu benim yanımda zorla tutuyor gibiydim. "Ben sınıfa gidiyorum. Çalıştıklarımızı unutma." Ve el sallayıp gözden kayboldu.

Pekâlâ. Halledebilirdim.

Sınıfım bir üst kattaydı bu yüzden dolabımın kilidini açıp kitaplarımı yerleştirdim ve çantamı da üst rafına koydum. Sınava birkaç dakika sonra girecektim ve heyecandan eser yoktu, önceden ne çok strese girerdim oysaki... Başka sorumluluğum olmadığındandı, gece uyumadan önce düşünecek başla işlerim vardı belki de; bir sonraki sınava daha çok çalışırsam istediğim puanı elde edebilirim diye kuruyordum kafamda ya da Charlie'yle daha çok vakit geçirebilmek için ailemi nasıl ikna edeceğimi planlıyordum ama hep bir şey düşünüyordum. Hep bir plana sadık kalma çabası da gösteriyordum istemsiz. Hep böyleymiş hayatım, hep bir plan odaklı gidiyormuş... Sadece şu anki benim tek farkım planımdan herkesin iyi veya kötü etkileneceğiydi. Eve geç gitmek için uyduracağım yalanlarıma benzemezdi.

Söz konusu iki dünyanın da insanlarıydı, içinde ailemi ve arkadaşlarımı barındıran şu dünya.

Sınavdan sonra bütün dersleri de bitirip Takashi'nin sınıfına gitmiştim ve çıkmasını bekliyordum, şu kanser arkadaşı olan Robert ile sınıftan çıkarken göz göze gelmiştik ve hemen üzerime doğru gelmişti. "Yine mi sen!"

Takashi omzundan tutup geri çekti Robert'ı. "Yine başlama," diye bıkkınca mırıldandığını duydum.

"Ne başlaması be! Uzaylı diyorum bu kız. Uzaylı!" İşaret parmağını yüzüme doğru sallıyordu. Sarı ve yeşil renklerinden oluşan garip kıyafetleri gözüme ilişti, bir de tek siyah renkten oluşan Takashi'yi inceledim. İkisinin arkadaşlığı tesadüfi olmalıydı.

"Kendine iyi bak," dedi omzunu pat patlayarak. Yine de Robert'ın benden kolay vazgeçeceğini düşünmüyordum. O gün yaptığım büyük bir hataydı ama geri alamazdım. "Robert için üzgünüm," dedim okuldan çıktığımızda. Kolumdaki ceketi üzerime geçirdiğimde caddeye çıkmıştık çoktan. "Boş ver. Ondan daha büyük bir sorunumuz zaten var," dedi. Haklıydı. Sahte kraliçe işi çok zor olacak gibiydi.

Akşam üzeri yemekten sonra diğer dünyadaydık yine, Bayan Gloria da bizimle gelmekle ısrar etmişti. Dediğine göre onsuz bir şeyi beceremezmișiz...

"Pekala, tamam," dedi ve balkona çıkıp etrafa göz gezdirdi. "Bütün sokakları gezip o bunak, kibirli kadını bulalım." Gözlerim baygınlașırken kollarımı birbirine bağladım. Takashi de aynı benim gibi yapmıştı. "Bilmem farkında mısın ama şu an burada aranan suçlularız. Dışarı çıktığımız anda bizi enselerler."

"Aynen," dedim. "Bu işi gizli yapmalıyız ama herkesin içinde de maske takamayız." Gloria ağzını açtığını gözleri ışıldadı. Sanırım bu onun gülümsemesiydi. "Buldum!" dedi yere atlayıp kapıya giderken. "O adama gidelim hani şu diğer bunak olana. Eminim o bir şeyler biliyordur."

Takashi bana döndü. "Onun bir şeyler bildiğini sanmıyorum. Olsaydı da o gün anlatırdı." Kafamı iki yana salladım. "Her şeyi anlatmadı. Sakladığı bir şeyler var."

Biraz düşündüm. Kafamı iyi kullanmam gerekiyordu, buradan çıkıp ona gitmeliydik. Takashi kollarını iki yana indirip "Kılık değiştirelim, başka çaremiz kalmadı," dediğinde yüzümü sıvazladım. "Çok riskli. Yakalanabiliriz."

"Daha iyi bir fikrin var mı?" diye sordu Gloria. Yoktu.

Bu yüzden pes ederek onların fikrinden yürümeye karar verdim, en azından denemekten bir şey kaybetmezdik. Yakalanırsak da yine bir portalla kaçmanın yolunu bulurduk elbet. Odama hızlıca geçip ortaokulda annemle diktiğim kostümlerden birkaçını alıp Takashi'ye verdim, eline alıp hiç düşünmeden üzerine geçirmişti büyücü kostümü. Ben de kafamı örtecek bir cadı kostümünü geçirmiştim üzerime. "Pekala, böyle çok garip duruyoruz ama böyle garip kostümler giyen birkaç kişi görmüştüm zaten o yüzden kimse garipsemez herhalde."

"Burada büyücü ve cadı var mı ki?"

"Vardır eminim. Zaten her bok var," dedim kafamı iki yana sallayarak. Kedim konuşuyordu, tepemizde yüzen balıklar vardı, ona karşı gelenin kellesi gidiyordu ve her şeyden önce zamanın ötesinde bir yırtık açıyordum, daha ne olabilirdi ki... Bunun olmaması kesinlikle fantastik kaçardı.

Dışarı çıktığımız andaki gürültüleri duymamak elde değildi. Herkes her yeri ateşe vererek bizi arıyordu.



queen of sinsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin