twelve - unwanted love

12 3 0
                                    

Kırık kalp kadar sağlam hiçbir şey yoktu.

Belki bir kitabın köşesinde görmüştüm bunu, film veya dizilerde de olabilirdi ya da biri söylemişti, düşünmeye cesaret edilemeyecek sözü kelimelere dökmüştü, bilmiyorum.

Ama bildiğim tek şey vardı ki o da, doğru olmasının hiç acıtmadığı kadar can yakmasıydı. Kırılan herhangi bir cansız eşya işe yaramazdı, sonu çöp olurdu ve geri döndüremezdin ama nasıl olur da kalp, sağlam kalırdı? Nasıl olabilirdi, nasıl, mümkün müydü bu?

Değildi.

Nerden duydum veya okudum bilmiyorum ama saçmalıktan ibaret olduğu kesindi. Ben birçok kez kırmış ve kırılmış olabilirdim, üzmüş ve üzülmüş; sinirlendirmiș ve sinirlenmiş... Kimse sağlam değildi işte nihayetinde. Herkes bir öncekinin yumruğunun acısını çekiyordu ve bir sonrakine atacağı yumruğu bekliyordu. Böyleydi işte, kaldı ki kalp tüm bunlara dayansın, sağlam kalabilsin... Söze kolaydı bir kere; yaşayıp yaşatmadan hemen önce.

Takashi. Sana kırık kalbimi verebilirdim, eğer ona sahip çıkabilirsen. Kırıklarım elini kesmezse.

Anlattığım her şeye ve kafa karışıklığına rağmen beni bırakmamış çabalamıștı, bu bile onu sevmem için küçük bir nedendi. Onu seviyordum ve kaybetmek istemiyordum, onu seviyordum ve bırakmak istemiyordum. Onu sevdiğim halde burada tutmak bencillik olurdu, ona zarar gelemezdi.

"Takashi," diye mırıldandım. "Gitmen gerekiyor." Duvar tamamen temiz kaldığında kağıtları yakmıştık ve balkona çıkmış dinleniyorduk, burada yaşadığımı Holly dışında kimse bilmiyordu ve o da zaten hâlâ festivaldeydi.

"Ne demek bu şimdi?" Bedenimi taşıyamıyordum bu yüzden demirliklere daha çok yaslanarak başımı aşağı doğru eğdim, yüzüne baksam hemen vazgeçerdim. "Bu benim meselem. Senin değil demek oluyor."

"Paylaşabiliriz. Kaybedecek bir şeyim yok," dediğinde bakmamak için direndiğim dakikalar, iki saniye içerisinde yok olmuştu. Yüzü düz bir ifadeyle bana dönüktü ve tahmin ettiğim gibi okyanusun maviliği yüzünün yarısına ince ince yansımıș parlıyordu. Sanki onun yüzünde hoyratça dans ediyordu su. Bu haksızlıktı. İki yıldır buradaydım ve okyanus hiç şu zamanki kadar ilgimi çekmemişti. "Hayır var," dedim titreyen elimi diğer elimle de kapatarak. Heyecan.

Charlie'ye, aşık olduğumu asla inandıramazdım ama çıktığımıza inandırmıștım. Aşk benim için hep zaman kaybıydı, çünkü kendimden bir kayıp vermek istemiyordum ve bu zamanım haricindeydi. "Evet var," dedi. "Ama bu gitsem de gitmesem de değişmeyecek." Seni hiç dahil etmemeliydim.

"Anlamıyorsun. Mathilda'nın planlarının ne kadar sinsice olduğunun farkında değilsin, ölebiliriz." Devam etmek istedim ama savunacak başka hiçbir şeyim yoktu. Demirliklere yasladığı kolunu kaldırıp bedenini bana doğru döndürdü. "Mathilda seni öldürdüğünde yine başa dönecek her şey. Yine herkes ölecek sonunda ama tüm bu kahramanlığı tek başına üstlenmeni istemiyorum," dedi.

"Sonunda ölüm olsa bile kahraman olarak mı ölmek istiyorsun?" Başını salladı yavaşça. "Sen delirmişsin," dedim bakışlarımı kaçırarak.

"Tepemizde tek bir hareketiyle bizi yalayıp yutacak kocaman balina var Sora. Delirmesek ne olur."

Güldüğümde kapının vurulma sesi tüylerimi ürpertmiști, kalbim korkuyla sarsılırken kimin ne gelip gelmediğini tahmin dahi etmek istemiyordum. O olabilir miydi? Beni bulmuş olabilir miydi? Düşüncesi bile korkunçtu. Takashi kollarımdan tutarak güven vermeye çalışırken ellerimi kaldırıp hazırlanırken Holly'nin sesini duydum. "Sora! Açsana kızım şu kapıyı!" Sesi kötü gelmiyordu, aksine endişeli gibiydi.

"Şu arkadaş güvenilir mi?" Sorusunu cevapsız bırakarak kapıyı sonuna kadar araladım, nasıl olsa artık etrafta koz olarak kullanacağı herhangi bir sorun yoktu.

"Ne var ne istiyorsun?"

"Her yeri kraliçenin askerleri basmış, ne olup bitiyor anlamıyorum. Çok korkunçtu, senin bir şeyden haberin var mı?"

"Bir bok bilmiyoruz biz."

"Siz?" Ve Takashi'yi gördü. "Bu çocuk da kim?" dediğinde yüzünü buruşturmuș ve eliyle ağzını kapatarak kulağıma fısıldamıștı. "Seni ilgilendirmez. Hadi, evine dön. İşimiz var bizim." Sonra etrafı incelerken kaşlarını çatmaya başlamıştı. Takashi de onun hareketlerini izliyor ve anlam vermeye çalışıyordu, kırk yıl düşünsem ikisinin bir araya geleceğini düşünmezdim. İkisi de iki farklı dünyanın yerlisiydi ve Takashi'yle daha yeni tanışmıștım. Cidden her şey kaderden ibaretti.

"Onun kim olduğunu öğrenmeden şurdan şuraya gitmem." Elimle alnıma şaplak atarak yüzümü sıvazladım sertçe, inadından nefret ediyordum. Beni sürekli zor durumda bırakmasından da. Tek bir kelime etmeden sessizliği sürdürmeye devam ederek onu ittirip kapı dışına ederken bağırıșlarını duymazdan geldim, bazen insanlarla böyle idare etmeliydim. Zamandan tasarruf etmiştim. "Gidiyoruz," dedim kapıyı kendi başına açması ihtimaline karşı acele ederek.

Portalı bazen evimin olduğu yere tutturamıyordum ve bazen de yükseklik farkı olduğu için de havadan asfalta yapışıyordum ama bu sefer evime yakın olan bir sokağa geldiğimizde gecenin verdiği rahatlıkla o dünyadan kurtulduk. "Şimdi ne olacak?"

"Sahte bir kraliçe bulacağız," dedim kendimden emin bir şekilde. Başka türlüsü tamamen sonumuzu hızlı getirirdi ve ben ilk defa zaman kaybı olacak bir şeyi bu kadar çok istiyordum. Ufak bir sevgi.

"Nasıl? Ama anlamaz mı?"

"Anlayıp anlamaması önemli değil. Herkes biliyor ki son kraliçenin o olmadığını ve herkes onu bekliyor. Sahte kişiyi."

queen of sinsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin